İbrahim Karamemet
İSTİFA EDİYORUM, BIRAKIYORUM
Çocukluğum kısmen Beyoğlu’nda geçti. İlkokul dördüncü sınıftan itibaren Büyük Parmakkapı sokağı’nda deden kalma 1890 yapımı art-deko bir apartmanda büyüdüm. Galatasaray Mektebi Sultanisi’ne ve meydanına birkaç yüz metre uzaklıktaki Büyük Parmakkapı Sokağı, No 8 Hayat apt., 12. Daire. Bizden önce Cahit Irgat, Mine Urgan çifti otururmuş. Akranım Zeynep muhtemelen burada dünyaya gelmiştir. Tavanı manzart çok güzel ve büyük bir çatı katıydı. Apartmanın konumu ilginçti, muhteşem bir demir kapısı ve duvarlarında freskler olan, kabul salonu gibi büyük bir girişi vardı. Büyük Parmakkapı sokağında olmasına karşın bina Galatasaray Kübü lokalinin bulunduğu Hasnun Galip sokağına bir L yapardı ve arka cephesi tam da Galatasaray Klübünün karşısına düşerdi. O yıllarda (1950 ve 60 lı yıllar) bütün diğer klüpler gibi Galatasaray’ın da bir tek klüp lokali vardı. İçine zar zor bir voleybol antreman salonu yerleştirilmiş mütevazi bir bina. Profesyonellerdi ama, klüpler daha henüz şirketleşmemişler, dolayısı ile kirlenmemişlerdi. Hatta daha Galatasaray adası bile klübe bağışlanmamıştı veya faaliyete geçmemişti. Boğaziçinin tek adasının Galatasaray klübüne bağışlanmasının koparttığı fırtınayı ve dedikoduları hatırlıyorum.
Büyük Parmakkapı sokağı ilginçtir. O yılların ligde oynayan üç önemli spor klübünün lokali bu sokakta ve uzantılarında aynı bölgedeydi. İstanbulspor, Beyoğluspor ve Galatasaray. O yıllarda Beyoğlu her türlü eğlencenin merkezi olmasının yanında ailelerin de oturabileceği bir semtti. Sonraları 70 li yılların sonunda apartmanı satıp Beyoğlu’nu terketmek gereğini duyduk. Önemli maçlar kazanıldığında Hasnun Galip sokağı mahşer yerine dönerdi. Biz çocuklar da arka cephenin pencerelerinden bu tezahhüratı keyifle izlerdik. Galatasaray’da İsfendiyar’ın, Suat’in top koşturduğu, Metin’in yeni yetişmeye başladığı, Turgay’ın file bekçiliği ile devleştiği yıllardı. Kasapoğlu da Beyoğluspor’da oynayan önemli yıldızlardandı. Teknik Direktör, o yıllarda sadece antrenör diye adlandırılırdı Gündüz Kılıç’tı. Apartman kapısının karşısında Galatasaray’ın maskotlarından boyacı Niyazi Baba sandığını kurardı? Niyazi Baba ilginç biriydi, sokağın başında , şimdi konfeksiyon malları satan yerde bir lostra dükkânı da vardı ama, kış iyice bastırmadıkça açıkhavada kalmayı tercih ederdi. Hem seçtiği köşeden Galatasaray klüb binasını da görürdü. Gelen geçen sporcu, yönetici kim olursa Niyazi Baba’ya muhakkak bir selâm verirdi. Tam yanında biraz pahalıcı ama İstanbul’da en güzel meyvayı satan Hasan Amca’nın küçük manav dükkânı, biraz ilerde Afrika Hanının altında Bakkal Hristo. Aşağıda sokağın başında Austin otomobillerinin acentası. Önemli galibiyet günlerinde belki de amigoların ilki olan Karıncaezmez Şevki burunlu Opel taksisiyle muhakkak gelirdi sokağa ki, hepsi Amerikan olan taksiler içinde tekti Karıncaezmez’in Opel’i. Daha Mercedes çok ünlenmemişti, ününü yeni yeni kazanıyordu, İstanbul’un tüm taksileri amerikan arabalarıydı. Söylememe gerek yok herhalde, yerli araba diye birşey yoktu.
Şimdi bu atmosferin içinde ben bir çocuk olarak haliyle ve kendiliğinden Galatasaraylı oldum. 60 senedir de Galatasaray taraftarıydım. Doğal değil mi.. Biraz daha büyüdükten sonra delikanlılığa doğru yürürken futbola ilgim zayıfladı ve Galataray klübünün içindeki voleybol sahasında voleybol antremanlarına katıldım bir süre. Hemen ardından gelen delikanlılığımdaki bilinçlenmeye başlamamla tiyatro sanatı ve sinema daha çok ilgimi çekti ve voleybola vakit kalmadı ama, Galatasaraylılığım hep daim kaldı. Ve bu takımla çok görkemli şampiyonlukları kutladım. Son yıllarda biraz soğuduysam da takımımı terketmedim. Seyrantepe’deki yeni stadın açılışında birkez daha gurur duydum takımımla ve taraftarımla. Sonra gene bir soğukluk dönemi, zaten futbol pek ilgimi çekmiyordu. Ticarileşmiş ve oldukça kirlenmişti. Ama gene de Galatasaray’lıydım. Abdürrahim Albayrak’a rağmen Galatasaray’lıydım. Hatta onun yaptığı aşırılıkları gafları, halktan birinin, içten gelen hareketleri bunlar diyerek hoşgörmenin ötesinde hoşuma giderek izliyordum.
Ama herşeyin bir sınırı bir haddi var. Artık Galatasaraylı değilim. İstifa ettim ve Takımımı terk ettim.
Bu kararı vermemde tek neden Abdürrahim Albayrak’ın düşüncesizce yaptığı hareketler ve hele son kendi kendine gelin güvey olup, bir emrivâki ile takıma yaptırdığı Ak Saray ziyareti değil. Son yıllarda klüpteki gelişmelerden pek hoşnut olmayışım etkili oldu daha çok. Son yıllarda klübün yönetiliş şekli kafamda hep soru işaretlerine neden oldu. Taraftarın tutumu da. Ayrıca, 2013 ve şu bitmekte olan 2014 yılı boyunca Türkiye’de yer yerinden oynadı, Galatasaray klübünden ve taraftarından dişe dokunur ciddi bir tavır görmedik. Şike olayından tutun, toplumsal olaylara kadar hep kaçak güreşti, daha doğrusu mindere bile yanaşmadı, hatta sırtını döndü. Dahası neredeyse kendini isole etmek için karşı taraf olayazdı. Abdürrahim Albayrak’ın klüp yönetiminin haberi bile olmadan yaptığı son işgüzarlık ise bardağı taşıran son damla oldu. Hele ziyaret sonrası yaptığı absürd açıklamalar.. Yeter artık..
Artık Galatasaraylı değilim.
Bu arada geçmişte ayaklarını ve beynini satmayan, ve haklı mücadelesi uğruna şöhret ve konfor yerine binbir zorlukla yaşamını sürdürmeyi tercih etmiş olan, istihzayla nitelediğimiz “futbolcu” yakıştırmasını değiştirip onur kazandıran Metin Kurt’u rahmetle ve saygıyla anıyor, Ak Saray ziyaretine katılmayan Olcan’a saygılarımı sunuyorum. Spor herşeyden önce sağlıklı beden ve sağlıklı bir beyin kazanmak için yapılır. Gerçek sporcunun beyni açık olur, dik durmasını bilir ve kararlı olur. Geleceğin nice gerçek sporcularına, nice Metin Kurt’larına, Olcan’larına şimdiden selam olsun.