Mustafa Yıldırım
ÇARE SENDE (4) YAYLA’NIN İMAMI
Hisarcık yaylasında aşağıya inerken Döl çeşmesinde (İneklerin boğaya tutulduğu yer) ona rastladım: 40 yaşlarında, esmer, ince, uzun boylu, kasketinin siperini az yukarıya kaldırmış, alnında ter damlacıkları; sesi dingin, konuşurken gözlerini kaçırmıyor…
Bağımsızlık savaşında bizimkilerin askerler için ekmek pişirdikleri tandır yerlerini birlikte inceledik: Savaş sırasında Yunanlılar tandırları vurmak için karşı yamaçlardan top mermisi yağdırırmış. Köylü kadınlar da mermilerden sakınmak için tandırları daha yukarılarda yaparlarmış.
Ondaki merakı anlayınca Sakarya Savaşını özetledim:
Cephenin, Bilecik’ten, İznik’e, oradan Eskişehir’e, Polatlı’ya, Haymana’ya uzanıyordu. Yunanlılar Polatlı’ya dayanmışlar, Ankara’ya ulaşmak için hazırlanıyorlardı. 10 Eylül 1921 gecesi Kumandan Mustafa Kemal’in Basiret Tepe’ye çıktı; 800 metre ötedeki Dua Tepe’ye hücum emri verdi. Süvariler dik yamaçtaki tel örgülere atıldılar, birçoğu şehit düştü; ama tepeyi aldılar.
O dikkatle dinliyordu. “Dua Tepe için ‘Türklerin Viyana’dan sonra geriledikleri en son nokta’ derler” diyerek bitirdim.
İlerdeki köye yakın durmamı istedi. Ayrılık zamanıydı. Gözlerini kısarak iyice yaklaştı; sesini sır verir gibi alçalttı:
“Şimdi son nokta da kalmadı! Çaresi yok; maddiyatla maneviyatı birleştireceğiz… Topraklarımızı bir daha kazanacağız!”
“Vatanımız böldürmeye teşne maneviyatçı hocalar” diyecek oldum, sözümü kesti:
“Hainliği meslek edinenler her devirde çıkar; ama sonunda biz kazandık!”
“Sizin köy de böyle mi düşünüyor?”
“Bizim köydekiler de, bu köydekiler de benim gibi düşünür; amma çürükler de var! Onlar da akıllanırlar, hele bir yola düşelim!”
“Burası senin köy değil mi?”
“Benim köy uzakta. Ben bu köyün imamıyım.”
Toklaşmak üzere elimi uzattım, o beni kendisine çekti, kucaklaştık. Köye yürüyen Hoca’nın ardından bakarken “Erzurum Kadısı Hurşit Efendi gibi ” demekten kendimi almadım.
Kadı, Polis Müdürü, Jandarma Komutanı
Kumandan Mustafa Kemal’le birlikte çalışan Mazhar Müfit Kansu haklarında gönderilen tutuklanarak İstanbul’a gönderilme emirlerini ve sonrasında yaşadıklarını anlatıyor. Onun yazdıklarından özetliyorum:
Valiliğe vekâlet eden Kadı Hurşit Efendi, İstanbul’dan gelen telgraf emrini de ekleyerek Mazhar Müfit Bey’e gönderdiği yazıda, “Divanı harbi örfide mahkeme edilmek ve asılmak arzu” ediyorsa makama buyurmasını istedi.
Mazhar Müfit Bey, şaka olduğunu düşünerek Kadı’ya gitti. Kahveler içildikten sonra Kadı Hurşit Efendi, Polis Müdürü Saffet Bey’i çağırtırınca işin ciddiyeti ortaya çıkmaya başladı. Polis Müdürü’nün tepkisi sertti:
“Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları hakkında her türlü menfi kararların ve bilhassa tevkif kararlarının nereden ve hangi makamdan gelirse gelsin gayri kabili infaz olduğunu hatırlatmak isterim. Tahmin ediyorum ki latife yapıyorsunuz (şaka ediyorsunuz.) Takdir buyurursunuz ki bu bahiste (konuda) latife dahi caiz (uygun) değildir!”
Kadı hiç bozuntuya vermedi; Jandarma Komutanı Ferit Bey’i çağırtırdı. Jandarma Komutanı Ferit Bey’in yanıtı daha da sertti:
“Bunda ısrar ederseniz Allah şahidim olsun, onun yerine sizi (Kadı’yı) şimdi hapsederim! Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları başımızın tacıdır. Onlara kimse dokunamaz! Dokunacak eli koparırız!”
Kadı Hurşit Efendi, kahkaha attıktan sonra yüksek söylendi:
“Hey gidi Sadrazam Paşa Hazretleri hey! Keşke gözün kulağın burada olsa da emri samii cenabı sadaretpenahilerinin nasıl kepaze olduğunu bir görsen!”
Kadı, Polis Müdürü ve Jandarma Komutan’ına bakarak sesini yükseltti:
“Teşekkür ederim çocuklar; sizi sınadım. Sizin gibi vatanseverlerden daha başka bir hareket ummazdım zaten!”
*
Oturduğunuz yerden “Nerede o adamlar şimdi?” diye söylendiğinizi duyar gibiyim; ama Hoca, ne oturmaya, ne de teslim olmaya niyetli!
Ayrıntılar için: Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Cilt: I, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu Yayınları, 3. Baskı, 1988, s. 90–92