Gezi Parkı farkındalıktır

Herkes gibi bende, gezi olayları başladığından beri, eylemlere katılan gençlerin dillendirdiği söylenen özgürlük talebinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyorum. Doğru anlamalıyız ki, yaşanan acılar, kaybedilen uzuvlar, canlar boşa gitmesin.

Herkes gibi bende, gezi olayları başladığından beri, eylemlere katılan gençlerin dillendirdiği söylenen özgürlük talebinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyorum. Doğru anlamalıyız ki, yaşanan acılar, kaybedilen uzuvlar, canlar boşa gitmesin.
 
Hafta sonu gerçekleştirilen üniversite mezuniyet törenlerinde taşınan pankartlardan biriside bu talebi dillendiriyor. “Taksit taksit çalınan özgürlüğümüzü faiziyle geri alacağız” demiş öğrenciler. Böyle bir talepte bulunabilmek için, bir şekilde özgür olmadığınızı düşünüyor olmalısınız. Gelecek kaygısı mı? Derelerin, ormanların, emeğiniz dahil her şeyin alınır satılır hale gelmesi, metalaştırılması mı? Yaşam biçimine müdahale edildiği duygusu mu?
 
Nedir bu elimizden alınan özgürlük? Neyi geri almak istiyoruz?
 
Bülent Serim’in 28.06.2013 tarihli yazısı, “Direnişin Nedeni Cumhuriyet'in Dönüşümü” başlığını taşıyor(http://www.odatv.com/n.php?n=direnisinin-nedeni-cumhuriyetin-donusumu-2806131200). Son on yılda idari ve siyasi yapıda yaşanan değişimlere dikkat çeken yazar, yazısını  “Baştan beri açıklamaya çalıştığımız konulardan da anlaşılacağı gibi, dini vesayeti oluşturan ve toplumsal baskı durumuna getirilen örnekler tekil olaylar değil, sistematik olarak uygulamaya konulan bütünün parçalarıdır. Parçaların birleştirilmesinden ise, Atatürk Cumhuriyeti’ni İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürme amacı ortaya çıkmaktadır” sözleriyle bitirmiş.Anladığımız kadarıyla, özgürlük konusunu bu şekilde, laiklik ilkesiyle ilişkilendirerek anlamlandırmış.
 
M.I. Finley ise, Antik Çağ Ekonomisi adlı kitabında; “…Arkaik Dönem Helen ve Roma tarihinde kölelik öyle önemli bir şey değildi. Borçlanma sebebiyle birilerine bağlılık, yanaşmalık veya yine alışılagelmiş bağımlı işçilik gibi bir şeydi…”  diyerek, özgürlük ve karşıtı olan kölelik kavramını, ekonomik/sınıfsal bir bağlamda ele almış, bir anlamda günümüzle bağını kurmuş. (Antik Çağ Ekonomisi, M.I. Finley, Arkeoloji ve Sanat yayınları, 2007)
 
Yukarıda alıntıladığımız bu iki tespitin birbiriyle çelişmediği, tam tersi olarak yaşananları bütüncül bir şekilde açıklayabileceğimiz/anlamlandırabileceğimiz bir çerçeve oluşturdukları kanısındayız. Buna birde artan etnisite merakını ve mikro milliyetçiliği dahil edersek sanırım tablo tamamlanmış olacak.
 
İnsanları ve devletleri borç parayla tüketime yönlendiren neo-liberal iktisat politikaları ile insanları toplumsal/ekonomik sınıf aidiyetleri ile (işçi, köyü, sermaye/toprak sahibi gibi) değil de etnik ve dini kimlikleriyle tanımlayan post-modern demokrasi/özgürlük tanımının eş zamanlılığının tesadüfi olmadığını, birisi olmadan diğerinin yaşama şansının söz konusu olamayacağını düşünüyoruz.
 
İsmet Berkan’ın, 30 Haziran 2013 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan yazısının başlığı, “Komplo Değil Bilimsel Araştırma: Dünyayı Yöneten 147 Şirket”.(http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/23618702.asp)
 
2011 yılının Ekim ayında okuyup bilgisayarına kaydettiği bir yazıdan esinlenmiş.  Gezi eylemleri sonrası ortalığı komplo teorileri sarınca, pazar eğlencesi kabilinden hatırlatayım istemiş.
 
Berkan’ın bahsettiği “Dünyayı Yöneten Kapitalist Ağ Ortaya Çıkarıldı” başlıklı
yazı, The New Scientist dergisinin 24 Ekim 2011 tarihli 2835. sayısında yayınlanmış.
 
Yazıdaki bilgiler ise pek de Pazar eğlencesi olacak türden, komplo teorisi olarak geçiştirilebilecek cinsten değil. Sermayenin, tarihin hiçbir döneminde yaşanmadığı şekilde merkezileşmesini yani neo-liberalizmin kazananlarını net bir şekilde ortaya koyan, ciddi bir analiz.
 
Kazananlar belli olunca, kimlerin kaybettiğini bulmak çok da zor değil: Kazananların yani uluslararası mali sermayenin müşterileri. Ulus devletler ile tükettiği kadar, tükettiği şeyin değeri kadar değerli olacağı öğretilen, tüketemezse “ezik ”denilerek damgalanan,  bu damgayı yememek amacıyla yeni bir araba, yeni bir ev, yeni bir cep telefonu alabilmek yada sadece geçinebilmek için bankalara borçlanmaya özendirilen/zorunda bırakılan, kaçınılmaz kriz gerçekleştiğinde ise borçları dışında tüm bu aldıklarını, işleriyle, gelecekleriyle birliktekaybeden sıradan insanlar.
 
Berkan’ın bu yazısının (kendisi işin bu boyutunugörmezden gelse de), “borçlanmaya dayalı neo liberal iktisat”–“etnik ve dini kimlikler üzerinden kazanılacak post modern özgürlük” birlikteliğinin kaçınılmazlığını ortaya koyması açısından güzel bir örnek olduğu kanısındayız.
 
Bir soruyla açıklamaya çalışalım. Ortak toplumsal-ekonomik sıkıntıları ile ortak çıkarlarının bilincinde olan örgütlenmiş bir topluma, sermayenin belli ellerde toplanması sonucunu, yani kendi ve kendi gibi olanları borçlandırarak, M.I. Finley’in dediği gibi, sermayenin/toprağın sahibinin tercih ve kararlarına bağımlı hale getirecekbir ekonomikyapının kabul ettirilebilmesi söz konusu olabilir mi?
 
Eğer cevap hayırsa ki biz öyle olduğunu düşünüyoruz,147 şirketin bekası için yapılması gereken, bu ortak kaygı ve ortak çıkarlara sahip bütünü, etnik ve dini kimliklerini öne çıkararak bölmek, borç parayla aldıkları evleri, arabaları ta ki icra daireleriyle tanışıncaya kadar kendilerinin sanarak, “mutlu”  ve “özgür” hissetmelerini sağlamak, tüm toplumun ortak malı olan, kamu mal ve hizmet tekellerini, enerji, ulaşım ve telekomünikasyon alt yapısını bu 147 şirketin yapacak özelleştirme uygulamalarını ekonominin gereğiymiş gibi sunmaya devam etmektir.
 
1993 Sivas’ından, 30 yılda on binlerce cana mal olan bölücü terörden, 79, 94, 98, 2000 ve 2001 ekonomik krizlerinden alınacak, halen almadığımız çok dersler olduğunu,Gezi Parkı’nda talep edilen “özgürlüğün”, bu farkına varışın başlangıcı olduğunu düşünüyoruz.
 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar