Yusuf Yavuz
Salvia, sevgilim!
İki ağacı küçümsemeyin, bazen insan tek bir yaprak için bile kendini ateşe atar... Yusuf Yavuz
Bugün size Salvia'yı anlatmak istiyorum. Yani yıllardır kokusunu koynumda, varlığını cebimde taşıdığım sevgilimi...
"Her şey iki ağaç için mi?" lakırdısıyla ruhumuzla adeta alay edilen yakıcı günlerin ardından, Mayıs geçti, Haziran bitmek üzere. Bu yıl ona dokunamadan, onu koklayamadan geçip giden günlerin ağırlığı çörekleniyor üzerime. Oysa Mayıs sabahlarında güneşin ilk ışıkları ve serin çiy damlalarıyla sevişen ayva tüylerini görmeden, insanı sarhoş eden kokusunu dakikalarca içime çekmeden ölsem; gözlerim açık gider, biliyorum.
Fotoğraflarına bakıp durmak dindirmiyor Salvia'ya duyduğum özlemi. Eski yaz akşamlarında gövdesinden dökülen çiçekleri kurutup doldurduğum ve her daim cebimde gezdirdiği, adını her anışımda, kokusunu her duyumsadığımda çıkarıp ellerimle ovuşturarak burnuma dayayıp, derin derin içime çektiğim küçük bez torbam söküldü. Yaşamı budayıp yerine 'milyonlarca fidan diktik' diyenlerin kamusal alanı işgal ettiği bu zamanın ipliği yetmiyor el kadar torbamı yamamaya.Ne rüzgar getiriyor artık kokusunu, ne de rüzgar götürüyor beni ona. Yalnızca kilometrelerle sınırlı değil aramızdaki uzaklık.
TAMMUZ'UN GÜNÜNDEN BERİ ŞİFA VEREN SEVGİLİM Ahh Salvia! Tammuz'un gününden beri ruhumu sağaltan sevgilim. Ahh Salvia! Tammuz'un gününden beri şifa veren sevgilim. Tammuz'un gününde beri, hangi pirnalın altında, hangi tenha yolun kıyısında öylece beni bekliyorsun şimdi, kimbilir. Hangi sığırkuyruğuyla konuşuyor, hangi kara keçiye döküyorsundur derdini.
Ahh Salvia! Kovada'nın ıssız yamaçlarında mı, yoksa seni ilk gördüğüm Köprüçay'ın kıvrımlı yollarında mısın? Kimbilir hangi kamyonların toruna direniyorsundur şimdi. Kimbilir hangi hoyrat ellerin çizdiği planlara kurban edecekler seni. Kimbilir hangi eller yıkacak evini!
AHH SALVİA, RÜZGAR ÇİÇEĞİM!
Seni ilk gördüğüm günü hatırlıyor musun, yalnızca 6 yaşındaydım. Örencik'te buğday tarlasının kıyısındaydın. Bir meşe gölgesinde uyumuştum. Senin kokunla uyandım. Derken sana dokundum. Yapraklarını uzattın bana. Yani ellerini. Derken seni içime çektim. Gidip adını sordum anneme, "Ayı kulağı" dediğinde amma da gülmüştüm. Çocuk aklımla uzun uzun bakmış, senin neyine "ayı kulağı" dediklerini bir türlü anlayamamıştım. Laf aramızda işte o zaman bu adı beğenmeyip, sana kendimce bir ad takmıştım: "rüzgar çiçeği"
DAİRE FİYATLARINA KARŞI ÇİÇEK TORBASI
Çünkü rüzgar getirmişti ilk kez seni bana. Hem uçup gidecekmiş gibi telaşlıydın, hem de binlerce yıldır orada öylece duruyormuş gibi sabırlı. Gövdene dokunmadan uçmuyordun, bu doğru. Bu yüzden yıllar sonra seni yeniden bulduğumda demet demet koynuma doldurup, dalların kuruyana kadar vazoda seni izlemiştim. Sonra da kuruyan çiçeklerini küçük bez torbama doldurmuştum. Uzun yolculuklarda, gölgelerin uzadığı yaz ikindilerinde, daire fiyatları ve araba modellerinin konuşulduğu sıkıcı ev sohbetlerinde hep sana dokunarak eritebiliyordum, bu kaskatı zamanları.
BAZEN TEK BİR YAPRAK İÇİN BİLE KENDİNİ ATEŞE ATAR İNSAN İtiraf etmeliyim, arada hanımeline elimi uzattığım, melissayı içime çektiğim oldu ama kimi kokladımsa inan hep seni aradım. Bir sabah Ankara dönüşü Ağlasun yolunda kimlik kontrolünde cebimden çıkartıp seni göstermek istedim. "İşte benim kimliğim bu" diyebilmek. "Her şey iki ağaç için mi?" diyebilenlerin biriktirdiği ne varsa, hepsinin ve her şeyin ötesinde bazen tek bir yaprak, hatta senin bir tek ayva tüyün için bile insanın kendini ateşe atabileceğini anlatmak istedim.
Ahh Salvia, sevgilim! Rüzgar çiçeğim...
RÜZGAR SORDU, BEN SÖYLEDİM. RÜZGAR SUSTU, BEN AĞLADIM Bir ikindi vakti yeniden gördüğümde seni, rüzgar da bana eşlik ediyordu. Gövdelerinden tomurcukları patlayan erguvanların ve bin yıllık taş evlerin arasından geçip buğday tarlalarını selamlarken rüzgara seni anlattım. Seni ilk gördüğüm günü. 6 yaşındaki halimi. Hitit'lerden beri, Tammuz'un gününden buyana tanıklığımızın aracısı olan rüzgarın elleriyle sevdim seni.
Rüzgar sordu, ben söyledim, rüzgar dinledi ben anlattım, rüzgar sustu; ben ağladım!
Ahh Salvia, sevgilim! Kiraz mevsimi düşlerim. Ülkem, geçmişim, kimliğim, geleceğim. İşte bir haziran daha bitti. Ama üzülme, yakında geleceğim...
'SALVİA DA KİM OLUYOR?' DİYENLER İÇİN:
*Salvia sclarea, Ballıbaba (Labiatae) gillerden kokulu bir bitki. Çeşitli yörelerde Ayıkulağı, Türkmen adaçayı, Şalba, Tüylü adaçayı ya da Misk adaçayı olarak da anılan iki ya da çok yıllık bir bitki. Kalp biçiminde tüylü yaprakları bulunan Salvia sclarea'nın çiçekleri leylaktan pembeye, mordan uçuk maviye çalan renleri gözalıcıdır. Isparta Dedegöl dağı çevresinde doğal olarak bolca yetişir. Bu bölgede yetişenlerin kokusu, daha düşük rakım ve sıcak iklimdekilere göre daha keskin ve kalıcıdır. Tarla kenarları, orman içi açıklıklar ve yol kıyılarında daha sık görülür. Bazı bölgelerde uçucun yağı nedeniyle toplanarak satılır. İklime ve yüksekliğe göre Nisan ayından Mayıs sonuna kadar çiçeklenir. Bazı yörelerde çayı yapılarak soğuk algınlığı, boğaz ağrıları, mide üşütmeleri, öksürük ve ağız içi yaralarına karşı kullanılıyor. Salvia işte, sevgilim...