Orhan Pamuk Nobel Fizik Ödülü mü Aldı

Orhan Pamuk Nobel Fizik Ödülü mü Aldı

ORHAN PAMUK NOBEL FİZİK ÖDÜLÜ MÜ ALDI?

Geçen gün Taraf Gazetesi’ni kurcalarken Orhan Pamuk’un bir yazısına rastladım. Bayram değil, seyran değil, Orhan Taraf’ı niye öpmüş anlamadım. Yazının başlığı: “Hortum”. Neredeyse bir paragraflık kısa bir yazı. İyi bir fırsat oldu. Birkaç tümcesini aktarayım da Nobel ödüllü muhteremin çapını bir etüt edelim:

İkinci günümün sabahında, adanın uzak bir köşesindeki otel odasında Masumiyet Müzesi’nin bir sayfasını yazıyordum ki manzaranın çağrısını hissettim.

Otel odası adanın uzak bir köşesindeymiş. Peki, otel nerede? Tam yazarken manzara Orhan’ı çağırmış. Orhan bu çağrıyı duymak yerine hissediyor. Nasıl bir şey diye sormayın; ben de bilmiyorum.

Ve bir pencerenin önünde, roman yazarken sık sık yaptığım gibi, gözümün ucuyla aşağıdaki âleme bir bakış atmak istedim. Bu istek bu sefer tuhaf bir şekilde güçlüydü.

İnsan zaman zaman aleme bakış atmak isteyebilir elbette. Orhan Pamuk bu eylemi yalnızca gözünün uç kısmıyla yapıyor. Ayrıca aleme bakış atma isteği tuhaf bir şekilde güçlüymüş. Doğaldır. Normalde güçlü olmaz bu istekler. Güçlü olması tuhaf oluyor nitekim.

Başladığı cümleyi bitirmek için hızlanan dolma kalemimin ucundan ve kağıttan başımı kaldırınca da işte bu manzarayı gördüm.

Dikkat buyurun, başladığı cümleyi bitirmek için hızlanan Orhan değil. Onun dolma kalemi. Orhan Pamuk hızlanan dolma kaleminin ucundan ve kağıttan başını kaldırıyor. Demek ki adamın başı hem dolma kalemin ucunda, hem de kağıtta. (Nobel ödüllü bir kafa her yerde olabilmelidir).

“Aaa, bu ne!” dedim kendi kendime. Rüya gibi sessiz bir şeydi. Etrafta hiç rüzgâr yoktu, yaprak kıpırdamıyordu ve beyaz şey ağır çekilmiş bir filmdeki gibi yavaşça ilerliyordu. Heyecana, telaşa kapıldım ve fotoğraf makineme sarıldığım gibi birkaç resim çektim. Evet, bu bir hortumdu, ve bir tek bana görünmüştü sanki.

Rüyaların sessiz olduğunu öğreniyoruz. Sessizliği tarif etmek için “rüya gibi” diyebiliriz. Etrafta hiç rüzgar yokmuş ve yaprak kımıldamıyormuş. Rüzgar yok ama bir hortum var. Yapraklar kımıldamadan hortumu seyrediyor. Bu didaktik yazıdan bir şey daha kapıyoruz: Hortum beyaz bir şey. Cahil ben hortumları lacivert sanırdım. Meğer hortum keçi sütü gibi beyazmış.
Beyaz su tanecikleri sütununun kurşuni deniz üzerinde ağır ağır ilerleyişini iştahla seyrettim.

Su tanecikleri de beyazmış. Adamda tuhaf bir renk ve ton algısı var. Sütun, silindir biçiminde düşey desteğe verilen isimdir. Su tanecikleri nasıl bir sütun oluşturabilir? Ayrıca su taneciklerini iştahla seyretmek ne demek? Acaba su taneciklerini tavada levreğe mi benzetti Orhan?

Sonradan kitaplardan okuyup öğrendiğim gibi, fırtınasız, dalgasız havalarda da hortum oluşabileceğini henüz bilmediğim için, manzara bir mucize gibi görünmüştü bana.

Tümceye bakar mısınız? Sonradan kitaplardan neyi okuyup öğrendiğini anladınız mı? Sözcükleri tekrar karıştırıp dağıtmalı. Peki, dalgasız hava ne demek? Havanın dalgalısı nasıl oluyor?

Kafam, roman kahramanımın aşk dertlerinden bir anlığına uzaklaşıp, deprem, sel, fırtına gibi daha büyük doğal hareketlerin karşı konmaz gücüyle büyülenmişti.

Adam (O.P.) hortum vakasıyla karşılaşınca deprem, sel, fırtına gibi doğal hareketlerin (Doğal hareket ne? Doğal afet demek istiyor herhalde) karşı konmaz gücüyle büyülenmiş. Hortumu görünce vatandaşın hangi depremden, selden büyülendiğini anlamak mümkün değil.

Hortuma şaşkın şaşkın bakarken “Bu alemde niye varız?”,”Hayatta ne yapmalı?” gibi sorular soruyordum kendime.
Altmışından sonra bu alemde ne aradığını sorması garip değil mi? Hem de hortum gelirken. Hortum Orhan’ı filozof yapmış. Bir de deprem görse Eflatun gibi şakıyacak.

Bu sorulara cevap aramanın en iyi yolunun da, yazı ve roman yazmak olduğunu aklımın bir yanıyla aslında biliyordum.

Çözüm yazı ve roman yazmakmış. (Makale ve roman dese anlayacağım). Roman yazmak yazı yazmak değildir tabii. Bazen roman yazarsınız, bazen de yazı. Roman çizmeniz de mümkün aslında.

Hortum zayıflayıp yok olmadan heyecanla masama oturdum ve yazmaya devam ettim. Başımı yazının mucizesinden kaldırdığımda ise hortum kaybolmuştu bile.

Başını yazının neresinden kaldırmış? Mucizesinden. Eh! Artık bu yazıya da mucize denir elbette. Şimdi ben Orhan Bey’in bu yazısını neden alıntıladım? Çünkü bu kısacık yazıda bir düzine anlamsızlık mevcut. İmlası kafa göz yarıyor. Amiyane deyimle yazıyı b.k götürüyor. Orhan kompozisyon yazmaktan aciz. Benim Adım Kırmızı veya Masumiyet Müzesi’ni irdelesem adam sokağa çıkamayacak. Orhan Bey Nobel Ödülü almış bir yazarımız. Ödül nasıl geldi öyleyse? Bu sorunun yanıtını yine kendim verdim. Orhan Pamuk Nobel Edebiyat Ödülü almış olamaz. Biz yanlış biliyoruz. Muhtemelen Nobel Fizik Ödülü almış olmalı. Fiziği fena sayılmaz çünkü. Boy pos yerinde. Zaten kendisi de biraz Stephen Hawking’i andırıyor. Belki evrenin sırrını Orhan Pamuk çözer.