Nuray ve Özgür
Tüm Gezi gazilerini çağırdılar mutlu günlerine. İnsan, çağrılır da gitmez mi böyle bir yere. Duyan, duymayana haber verdi. Çam sakızı çoban armağanları da unutulmadı. Poyrazın serinlettiği bir temmuz gününde Taksim, Taksim olalı böyle bir mutluluğa tanık
Adil Hacıömeroğlu
Nuray ve Özgür… Yürekli iki genç insan. İkisi de umut dolu. Yaşama gönülleriyle bakan, düşünceleri insanlık sevgisi dolu yurtseverler.
Gezi Direnişi başlar başlamaz yerlerini aldılar halkın safında. Revirde çalışmaya koyuldular tüm özverileriyle… Biber gazından boğulanların soluklanmasına yardım ettiler.
Gaz fişeğiyle, copla yaralananların derdine derman oldular kara, yorgun gecelerin bunaltan azabında. Zamana meydan okudular biber gazının, zehirli suyun, copun körelttiği iktidar vicdanlarında. Yılgınlık, yorgunluk, korkaklığı unuttular ay ışığının şarkı söylediği gecelerde.
Gezi’nin coşkusunda deniz oldular. Cehenneme dönünce her yan kaya gibi durdular şeytani saldırıya karşı.
İnsanları çok sevdiler. Çiçekleri, ağaçları, hayvanları da çok sevdiler. Bir yaprağın incinmesine, bir kuşun yuvasız kalmasına, bir çiçeğin çiğnenmesine, bir böceğin ezilmesine gönülleri razı olmazdı. Hele ki bir ağacın bedenindeki testere sızısına yürekleri dayanır mıydı?
Gezi Parkı’ndaki zamansız mesaide tanıştılar. Yardımlaşma, dayanışma, özveri, diktatöre karşı özgürlük savaşımında yakınlaştılar. Martıların biber gazına boğulduğu gecelerde âşık oldular. Yüzlerce kuşun yuvasının bozulduğu yerde yuva kurmaya karar verdiler. İstediler ki ışık oldukları yerde evlensinler. Biber gazı kardeşliği yaşadıkları binlerce kişi de nikâh tanıkları olsun. Gezi’nin tüm bitkileri, hayvanları, masmavi gökyüzü, bin bir bereketi bağrında yaşatan toprak da katılsın mutluluklarına.
Evlilik hak, aile kutsaldı. Nikahta keramet vardı. “Ev yapanla evlenene Allah yardım eder.” derler; ancak diktatör mutluluktan korkmakta, Tanrı buyruğunu hiçe saymakta.
Tüm Gezi gazilerini çağırdılar mutlu günlerine. İnsan, çağrılır da gitmez mi böyle bir yere. Duyan, duymayana haber verdi. Çam sakızı çoban armağanları da unutulmadı. Poyrazın serinlettiği bir temmuz gününde Taksim, Taksim olalı böyle bir mutluluğa tanık olmamıştı. Kıskandı dünyanın tüm meydanları Taksim’i.
Meydanlar kıskanır da diktatör durur mu durduğu yerde. Buyruklar yağdı peşi sıra. Kasklar takıldı, coplar çekildi kınından kılıç gibi. Akrepler, TOMA’lar homurtuyla çalıştı. Gezi’de gençlerle kuş cıvıltısı işitip ıhlamur kokusu solumak isteyen Vali Bey; plastik mermi ve zehirli suyun yeni evlilere iyi geleceğini düşünmüş olmalı. Hoyrat eller tetiğe bastı, plastik mermiler dolu gibi yağdı Taksim meydanı’na. Karanfilleri ezen TOMA’cı girdi İstiklal’e, genç yavukluların sevdasını engellemek için. Makine bilmez ki sevda yürektedir. Yüreğe ne plastik mermi ne zehirli su ne de cop işler. Yüreğe, sevda işler. Kök salar derinliklere sevda ağacı, iş makineleri de sökemez onu yerinden.
Sevda yaşamayan bilemez yavuklu olmanın heyecanını, gururunu, soyluluğunu, yüceliğini. Hele paraya âşık olanlar, ruhunu ve aklını efendiye teslim edenler nereden bilecek sevda kuşunun kanat çırpışını. Sevda kuşu, özgür yüreklerde kanat çırpar sonsuzluğa. Uçtukça sonsuz maviliklerde soluğu artar, kanatları daha da güçlenir.
Nuray ve Özgür, sizin aşkınıza Türkiye saygı duyup dünya şapka çıkardı. Diktatör ise hala korkudan yatağında kıvranmakta sabahlara dek. Ne gecesi gecedir ne gündüzü gündüz… Kininde boğulmakta adım adım…