Esef Merdoğlu
GİDE GELE (HACETİMİZİ NEREYE GÖRMELİYİZ…)
Az önce, Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne ifademi verdim. Emniyet Müdürlükleri ve Adliyeler genelde karışıktır. Bir odayı bulmak için defalarca yol sorarsınız. Ama ben elimle koymuş gibi bulabiliyorum. Çünkü gide gele ezberledim oraları, odaları. Hangi savcılık kaçıncı kattadır, emniyetteki zabıt katipliği nerededir, talimatla ifade nerede verilir… vb. Oraları hep biliyorum artık.
2011 yılında, bir köşe yazımda “omurgasız şaklaban” diye bir ibare kullanmıştım. Birisi “vay bana hakaret etti” diye koşturmuştu adliyeye. Oysa, şikayet eden kişiyi kastetmediğim gibi, adını da kullanmamıştım. Uzatmak istemiyorum, eskide kaldı. Hülasa; duruşmada şöyle demiştim hakime: “Ben şimdi bu izleyicilere dönerek, “şerefsiz” desem, ama kimsenin gözüne dahi bakmasam, isim kullanmasam. Birisi üzerine alınıp da “bana dedi” derse buna ben ne yapabilirim. Ben “omurgasız şaklaban” dedim, birisi üzerine alınmış. Sözlerimi çok ciddiye alıyorsa şunu diyorum şimdi de: “kendisine demedim ama merak ediyorum; neden üzerine alınmış, neden gocunmuş…” Hakim güldü, yaz kızım: “Suç yok, beraat”
Bu gün ise; “kimsenin hakkını kimsede bırakmayacağız” diyorum. Bu iş hatalı diyorum. “Düzeltelim” diyorum. Bir kardeşimizin aile düzeni altüst olacak, vebalini kaldırabilir misini? Diyorum… Birisi, işgüzarlık etmiş, demek ki haksızlık yaptığını da kabul eylemiş. Koşmuş adliyeye. Bana hakaret etti, tehdit etti, davacıyım demiş. Ben de sanık olarak gittim ifademi verdim. Yine beraat edeceğim. Kimsenin hakkını kimsede bırakmayacağım. Kendi hakkımı da kimsede bırakmayacağım. Bu sözlerimi kim üzerine alınırsa alınsın.
Dün de, İstanbul Üçüncü Kolordu Askeri Mahkemesindeydik. Dava benim değildi. Ama tutuklu bir kardeşimindi. Yüzünü ilk kez dün gördüm, ama kardeşim işte. Kardeşim… çünkü kolundaki Uzman Çavuş rütbesindeki, ay ve yıldız benim kardeşim olması için yeterli. Altı yaşındaki oğlu, O’nu Ankara’da görevde sanıyor. Oysa O tutukluydu. Üstelik doğum günü gelmişti. Oğlu, babasının doğum gününde evde olacağını umuyordu. Ankara’dan İstanbul’a iki avukat kardeşimizle koşarak gittik. Vekâletini aldık, tutukluluğa itiraz ettik. Salıverilme kararı hemen çıktı. Evladına, müjde vermek bize nasip oldu. Eşi ve oğlunun sevinç çığlıklarını görmeliydiniz. “Doğum gününde, bize babamızı hediye ettiniz” dediler ya, sevinçten ağladılar ya… Bu ödül ve dua bize yeter. Varsın birileri, “Kimsenin hakkını kimsede bırakmayacağız” dediğimize kızsın, davacı olsun. Hak yolunda, hukukla mücadele eder, gerekirse girer yatarı da. Nasıl olsa birileri çıkar, hakkımızı arayacak, hatırımızı soracak.
Önümüzdeki günlerde Diyarbakır’da bir mahkemede olacağız. Karşımızda Bölücü örgüt sempatizanı 26 avukat olacak. Bir tarafta bizler. Ve bizler, oradaki bir uzman çavuş kardeşimizin müdafaasını yapacağız. O’nun da yüzünü ilk kez göreceğiz ama O’da Kolunda ay-yıldız motifli rütbesinden dolayı kardeşimiz… O’nun da hakkını kimsede bırakmayacağız.
Biz mahkeme koridorlarında, emniyet müdürlüğü yollarında koşuştururken, aynı dakikalarda, Milletvekili Sayın Nevzat Korkmaz da, Danışmanı Serkan Sarıdaş aracılığıyla, TBMM Genel kurulunda, Uzman Erbaşların özlük hakları ile ilgili yapacağı sunum konusunda bizleri arıyordu. Milli Savunma Bakanına hitaben yapılacak konuşma ile Uzman Erbaşları gündeme taşımayı planlıyordu. Yapacağı konuşma ile ilgili bizlerden bilgiler alıyordu. Biz mahkeme koridorlarında, 6 yaşındaki evladına babasını hediye etme çabalarken, TBMM kürsüsündeki Sayın Vekilimiz de, uzman erbaşları anlatan bir konuşma yapıyordu. Milli Savunma Bakanı’na hitaben; “aydan bakan mı ithal edelim, uzman erbaşlara verdiğiniz sözler ne oldu?” diye, bizim adımıza soruyordu.
Ben Esef Merdoğlu. Emekli Uzman Çavuş ve Emekli Uzmanlar Derneği Genel Başkanı. Ben ve rütbedaşlarım her türlü haksızlığa maruz kaldık, kalmaya devam ediyoruz. Hukuk çerçevesinde, bu haksızlıklarla mücadele etmeye çabalıyoruz, gayret ediyoruz. Bu yolda asla yorulmayacağız, yılmayacağız. Adliyelerin koridorlarını ezberlesek de yılmayacağız. Bu uğurda ölürsek de, kendimizi şahadete ulaşmış sayacağız. Dava vatan, dava ekmek, dava hak… Kavga konusu ekmek ise, kavga çetin geçer. Bunu biliyoruz ve razıyız. Değil mi ki; “hakkını aramayan, hakkı ile birlikte şerefini de kaybeder” demiş Hz. Ali, biz şerefli kişiler, şerefimizi kaybetmeyeceğiz. Bu konuda hassas olacağız.
Haklıya hakkını teslim etmeyenlerin, zayıfların haklarını almaları konusunda gerekli hassasiyet göstermeyenlerin hakkındaki hadis ve ayetler de var. Her ağzımızdan çıkan sözü üzerine alınıp da adliyelere koşanlar da, kendileri o ayet ve hadisleri araştırıp, bulur ve kendilerini bekleyen hazin sonu öğrenebilirler. Her sözü üzerlerine alınıyorlar nasıl olsa. Gocunmalarını dilerim.
Yazımın sonunda, Susmayacağımızı, dilsiz şeytan olmayacağımızı haykırıyorum. Ayrıca; Bu ülkede yaşayan ve haksızlığa maruz kalanlara sesleniyorum. Kanunları öğrenin.
“Anayasa Madde 34- “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Anayasa Madde 26- “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.”
İşte bu anayasal haklarımızı daha önce kullandık. Ne biz ne de katılanlar hiçbir cezaya ve soruşturmaya maruz kalmadılar. Gerekirse tereddüt etmeden, yine kullanırız. Bizler yasalarda yer verilmeyen etik değerlerimize sahip çıkıyor ve ekmek yediğimiz yere pislemiyoruz. Ama haberiniz olsun, artık hazmetmek zorlaşıyor. Hazımsızlığı gidermenin bir yolu var. Hacet görmek. Artık nerelere hacet bırakacağımızı bilmiyoruz. Nerede dökülür bilmiyoruz, tahmin edemiyoruz.
Haydi bakalım, bir önceki paragrafı üzerine alınacakları bekliyorum. Şikayet edecek yerleri bilmiyorlarsa. Ben gide gele ezber ettim adliyeleri, emniyet müdürlüklerini. Vallahi de, billahi de tarif edeceğim, onlara da yol göstereceğim. Çünkü, Bu ülkede hakkını aramak herkesin hakkı. Kimsenin hakkını kimsede bırakmayacağız… Kendimizde dahi.