Fazıl Say'dan Bardakçı'ya Kapak Yanıt
Dünyaca ünlü piyanist ve kompozitör Fazıl Say'a sataşmalar durmaksızın sürüyor. Dünyanın neresinde olursa olsun el üstünde tutulması gereken bu üstün yetenekli sanatçımız, ülkeden kovulmak isteniyor, konuşmasın isteniyor, yazmasına hiç tahammül yok.
Fazıl Say’ın Antalya için ne kadar önemli bir sanatçı olduğunu tüm Antalya kabul ediyor. Her yıl aksatmadan “piyano festivali” düzenleyen ünlü piyanistimiz, büyük bir özveriyle konserlerini de sürdürüyor.
Ancak, gün geçmiyor ki, Fazıl Say ile ilgili olarak bir sataşma, bir kovuşturma, bir bulaşma, aşağılama yazılıp çizilmesin.
Ona tüm Türkiye’nin sahip çıkması gerek. Antalya’nın ise ayrıca sahiplenmesi…
Yalnızca Çin’de 5 milyondan fazla kişinin piyano çaldığını düşünürseniz ve bunu dünya ölçeğinde tahmini bir rakama çekerseniz, bu kadar piyanistin arasında dünyada bir numaralarda olmanın ne demek olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.
Fazıl Say üstün bir yetenektir ve Türkiye’nin yetiştirdiği nadir sanatçılardan biridir.
Yalnızca sanatçı olarak da kabul etmek yanlıştır Fazıl Say’ı. O aynı zamanda Atatürk ilkelerine bağlı, çağdaş dünyaya yakın ve aydınlık bir yüzdür. Türkiye’nin onurudur. Vazgeçilmezidir.
Türkiye, onlarca yılda bir ancak böyle bir yeteneği yetiştirebilmekte, ülkemizdeki mevcut iktidar da onu bu ülkeden kovmaya çalışmaktadır.
Çok sesli müziğin en ufak tınısını duyduklarında “gıy gıy” benzetmesiyle aşağılamaya çalışan “bademlerimiz”, baleyi de erotik bir gösteri olarak gördüklerinden, ellerinden geldiğince sahnelerden silmeye çalışmaktadırlar.
Batı toplumlarında sanata büyük yer, maddi pay ve destek verilirken, bizde toprağın altından çıkan paha biçilmez tarihi eserler “çanak-çömlek, çatal-kaşık” muamelesi görmektedir.
Yeni olan herşeyin en güzel olduğu iddiasındadır bu sanat düşmanları.
Bu yüzden Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ni, Emek Sineması’nı, AKM’yi yıkarlar, yerine AVM yaparlar. “Ne var, derler sonra, eskisinden daha güzel, daha iyisini yaptık…”
Sormak gerek: Fransızlar, Paris’in simgesi olan ve artık dünyanın kısa kulelerinden biri sayılan Eiffel kulesini yıkıp, yerine iki misli uzunlukta bir kule dikemezler mi?
Elbette dikerler…
Ama adı artık Eiffel değildir ve bir dönemi simgelememektedir. Muhsin Ertuğrul Sahnesi de, Emek Sineması da ve Türkiye’nin değişik bölgelerinde yıkılıp da “yenileştirilen” tüm tarihi eserler de yerine bir daha konamayacak birer simgedirler.
Fazıl Say’dan başladım, onun kendi blogunda Murat Bardakçı’ya verdiği cevabı başta tüm Antalya, ardından tüm Türkiye’nin okuması ve bu büyük sanatçımızın sıkıntılarını paylaşmasını istedim.
Çağdaş dünyaya elini uzatmış, Atatürk’ün çizdiği güneşli yoldan (sekterleşmeden ve onun adını uluorta kullanmadan) yürümek için Fazıl Say’a kulak vermek gerek.
A.Mümtaz İdil
İşte onun kaleme aldığı duygusal ama fişek gibi yazı:
“SİZ KİMİN DEFTERİNİ DÜRÜYORSUNUZ MURAT BEY?
Daha yeni turneden döndüm.
Önce Almanya'da, sonra Cenevre ve Zürih'te tamamen dolu salonlarda konserler verdim. Münih'te, Süd Deutsche Zeitung gazetesinde çıkan eleştiride "Biz bugüne değin Münih kentinde böyle bir Çaykovski Konçertosu dinlememiştik, bambaşkaydı" yazıldı...
Ama bu yazıları bile ertesi gün unutmaktayım. Hayat korkunç hızlı...
Bu akşam evdeyim. Ender gördüğüm ve çok özlediğim kızım Kumru ile beraber film seyredeceğiz.
Yeni biten solo keman bestemi ("Cleopatra") kopistime email olarak yollayacağım.
Ve gecenin geç bir vakti de olsa, Nisan'da Berlin'de çalınacak olan yeni eserim "Alevi dedeler rakı masasında" üzerine çalışacağım...
(Bu çok derin bir konudur, Arif Sağ'ın bana anlattığı bir gerçek olaydan yola çıkan bir eser.)
Bugün evdeyim...
Bu akşam İngiliz kemancı Priya Mitchell bugüne değin pek çok kez çalınan keman konçertomu ("Harem'de 1001 Gece"yi) Belgrad'da çalacak.
Konseri dinlemeye bile gidemiyorum.
Yine bu akşam, dostum ve değerli meslektaşım Hüseyin Sermet, Londra'da önemli bir konser verecek.
Hüseyin, Ulvi Cemal Erkin'in öğrencisi idi.
Ben, rahmetli hocalarımın konserlerime geldiğine inanmaya başladım. Fenmen.. Gündemir...
Oradalar sanki. Salondalar.
Kim bilir? Belki Erkin de öğrencisi Hüseyin'i dinlemeye gidecektir bu akşam?
Ve yine bu akşam dünyanın kim bilir hangi şehrinde, İdil Biret, Gülsin Onay Resitaller veriyor olacaklar.
Gülsin her konserinde Saygun çalar mutlaka. Bu akşam da vardır programda. Belki Etüdler. Belki Prelüdler...
Bu akşam Colorado Eyaletinde bir evde, bir müziksever Güher Süher Pekinel kardeşlerin Poulenc CD'sini dinleyecek.
Ama, Norveç’te, Çin'de, İtalya'da pek çok evde, pek çok müziksever aynı CD'yi dinliyor olacak.
Erkin'in Saygun'un eserleri hiç aklınıza gelmeyecek ülkelerde, topluluklar tarafından seslendiriliyor olacak.
Filipinlerde mesela, bir Yaylısazlar Quarteti Saygun çalıyor olabilir. Ya da Kore'de. Ya da Hollanda'da...
Bu akşam Antalya Piyano Festivalinde yine büyük ustaların katıldığı bir konser var. Biletleri tamamen bitmiş.
Ankara'da ve İzmir'de Orkestralar haftalık konserlerini bu akşam veriyorlar.
Hepsi bu akşam.
Bu akşam, İngiliz şef Howard Griffiths ile, "İSTANBUL SENFONİSİ" nin Mart 2011'de Moskova'daki seslendirilişi ile ilgili teknik detayları telefonla görüşeceğim.
Yine bu akşam, Ankara'da bir Konservatuvar öğrencisi, verdiği sınıf resitalinde İlhan Baran'ın eserlerini çalıyor olacak.
Genç bir sopranomuz bu akşam Berlin Operasında Mozart söylüyor olacak.
Bir başka genç soprano ise, Milano'daki bir Şan Yarışmasında finale kalacak. Bu akşam.
Bu akşam Safranbolu'da (Geçen ay NewYork'da dünya birincisi olmuş olan) Yaylısazlar Quartetimiz "Borusan Dörtlüsü", bir konser verecek.
Konsere daha çok öğrenciler gelecek.
Paris'te bir Türk Viyolonsel öğrencisi, arkadaşları ile ufak bir gruba çağdaş müzik konseri verecek.
Eskişehir'de bir Müzikolog, Cemal Reşit Rey'in Orkestra eserleri üzerine yaptığı araştırmaya kafa patlatacak.
Prag'da yaşayan bir Türk balerin, bu akşam kendisini sakatlayacak kadar çok çalıştığı için hüzünlere boğulacak.
Mersin'deki bir balerin ise hayatının en iyi performansını bu akşam verecek.
Bu akşam, Youtube'daki binlerce "Fazıl Say Videosu" tüm gezegende 250.000 kere tıklanacak.
Ben ise, Kumru ile çizgi film seyrediyor olacağım.
Muammer Sun bu akşam bir "Onur ödülü" alacak. Eve döndüğünde ise, müziğini yaptığı bir filme televizyonda rastlayacak...
Bu akşam Türk Hava Yolları ile uçan 78.000 kişi, uçağın içinde Alnar'ın Kanun Konçertosu'ndan bir bölüm dinleyecek.
Bu akşam Avangard bestecimiz İlhan Usmanbaş evinde eski dostları ile buluşacak. Evde "yeni müzikte ne yapılıyor?" konusu konuşulacak.
Ve daha binlerce insan.
Ve daha binlercesi.
Bizim halk bunları takip etmez. Bilmez. Nerede ne var...
Eğitim sistemini mahvettiler. Müzik dersi bile ne kadar aza indirildi.
Medya da yazmaz bunları...
TV? Unut gitsin...
O zaman?
Vuralım gebertelim...
Murat Bardakçı'nın "Türkiye'deki müzik inkılabı çatır çatır çöktü" dediği durum bu.
Aslında yukarıda yazdığım gerçeklere bakarsak;
Ben bir çökmüşlük göremiyorum. Siz görebiliyor musunuz?
Ama konu burada bitmiyor;
Asıl gerçek şu;
Şu dönemde, Atatürk ve Cumhuriyet devrimleriyle ilgili karalayıcı konuşmak hayli kazançlı iş.
Beni o kazanç ilgilendirmiyor. Beni müzik ilgilendiriyor!
Murat Bardakçı'ya ise, "Daha da vur! Daha da vur!" denilir muhtemelen...
O da vurur...
Onlar hep vurdular.
Biz evde çalışırken.
Dünyanın bir yerlerindeyken....
Harcanırız...
Güya...
Sadece tek şey sormak lazım; Bu akşam bu insanlar çalışırken, siz niye kötü niyetle onların defterini dürmekteydiniz Murat Bey?
Şu müzisyenlerden birisi, önünüze nota koysa, dinlerken sayfasını çeviremezsiniz, "kötü" dediğiniz müziklerin.
"Islıkla çalabileceğim melodiler yok" derken dünyanın her hangi bir ülkesinde herkes gülerdi size...
Stravinski'yi ıslıkla çalabilir misiniz? Schönberg'i?
O zaman Saygun'u niye ıslıkla çalmak?
Fazıl Say isterse 99.999 iyi eleştiri koysun önüne, bir yerde 1 kötü eleştiri çıktı mı, "Baaak, gördünüz mü, biz demiştik bu o kadar iyi değil diye" safsatası başlar.
Ve altında 300 tane yorum. Güdümlü yorumlar.
Hamasi.
Kıskanç.
Ve de çirkef...
Gerçekler aslında yukarıda yazığım gibi.
Bu akşam bu gezegende... Bu memleketin insanları, bu akşam...
Yazıklar olsun!”
Fazıl Say