A.İklim Bayraktar
Eski bir Çin atasözü,
Okumayı bilmeyen, okumayı sevmeyen, alışkanlık edinmeyen birine kitap hediye etmek yerine onu okumaya özendirmenin gerekliliği gibi.
Eski bir Çin atasözü, “balık tutmayan birine her gün bir balık vereceğinize, ona balık tutmayı öğretin,” der. Bu sözün anlamı herkesin bildiği sonuçlar doğurur… Okumayı bilmeyen, okumayı sevmeyen, alışkanlık edinmeyen birine kitap hediye etmek yerine onu okumaya özendirmenin gerekliliği gibi.
Adana’da, yaşayan Nilgün Öz isimli bir ev kadını müthiş bir yaratıcılık örneği vererek, okuduğu kitapları gezip dolaştığı parklarda, bankların üzerine bırakıyor.
İlk duyduğumda gözlerim parladı, hatta kıskandım; bunu ben niye düşünemedim diye…
Beğendiği kitapları satın alıyor, sonra onları okuyor ve başkaları da okusun diye banklardan birine bırakıyor. Kitabın ilk sayfasına, “bu kitabı ben okudum, sizin de okumanızı istiyorum. Sizden dileğim, okuduktan sonra siz de bir başka bankın üzerine bırakın lütfen” yazıyor.
Kaç kişinin aklından geçmiştir böyle bir paylaşım. Bu, iki yönden önemli: Birincisi, bankta kitap bulan biri tebessüm edecek, kitaba karşı mutlaka bir ilgi doğacak. Üzerinde notla kitap bulan biri, kitabı okumak için müthiş bir istek duyacaktır. İlginç gelecek, heves edecek, belki kendisi de aynı yöntemi uygulayacaktır. İkinci ve daha önemlisi ise, insanın hoşuna giden bir şeyi başkalarıyla paylaşma isteği.
Çıkış noktan neydi diye sorduğumda sevgili Nilgün; “Evde başucu kitaplarım var, vazgeçemediklerim var, zaman zaman tekrar başvurduklarım var; ama onların dışında okuduğum tüm kitapları evde kütüphanede istiflemek yerine insanlarla paylaşmayı tercih ettim.” dedi.
Belki duymuşsunuzdur, kitapçılar buna tanık olmuş ve çevrelerine anlatmışlardır; kimi salon züppeleri, sırf eve gelen konuklara gösteriş olsun diye kitap alırlar. Kitap alma yöntemleri ise şöyledir: “Şu kırmızı ciltli olan kitaplardan bana iki sıra ver!” Ya da, “bana şöyle yıpranmamış, aynı boyda, düzgün duracak kitaplardan ver, kütüphanede güzel dursunlar.”
Kapağını bile açmadıkları kitapları salonun en görünen bölümüne dizer ve onlara birer tuğla muamelesi gösterirler. Bu gibilerin kitap sevgisi, cilt kapaklarının rengiyle ölçülüdür ve asla ciltsiz kitap almazlar.
Adanalı Nilgün Öz’ün yaptığı gibi onların kitaplarını değil bank üzerine bırakmaları, başkasına ödünç vermeleri bile söz konusu olamaz, çünkü giden kitaplarının yıpranmasından, cildinin bozulmasından falan korkarlar.
Paylaşmak hiçbir şekilde söz konusu değildir. Açar da birini, okuyup okumadığını sorarsanız cevap da hazırdır: “Henüz ona başlamadım…”
Bu, kültürsüzlüğün bir ölçütü olduğu kadar, gösterişin de bir yozluğudur. Kitap okunmak için olduğuna göre, kitapların paylaşılması da önemli ölçüde bir erdem ve yüreklilik işidir. Sizin beğendiğiniz, ama başkalarının beğenmeyeceği kitapları da paylaşmak durumunda olduğunuzdan, kendi kimliğinizle ilgili ipuçları da vermiş olmaktasınız.
Keşke hepimiz böyle yaratıcı girişimlerle kendimiz için iyi olduğunu düşündüğümüz eşya ve düşünceleri çevremizle paylaşabilsek. Bir kişiyle paylaşmak bile yeterince rahatlatacaktır yalnız olan ruhumuzu.
A.İklim Bayraktar