Nalan Türkeli
Depo Patladı
Bir elmanın yarısıydı, Cemaat AKP.
Her ikisi de medreseliydi.
Yani Arap geleneklerini örnek almış, o astığı astık, kestiği kestik sofu özentiliydiler.
Yıllardır tanıyorlardı birbirlerini.
Sadece düşündükleri değil, yolları da kesişiyordu her yerde.
Sanki ikizdiler.
İkisi de çok iyi biliyordu çaresizliğin çaresini.
Dilsizlerin dili, mazlumların koruyucusu idiler sözde.
Toplumun kaçta kaçı bilecekti, kişisel çıkar ilişkisi olduğunu?
Öyleyse neyi bekliyorlardı?
Birbirlerinin çıkarını hazmede hazmede el sıkıştılar. Allahtan da önce, kendilerine tapınan kullar yaratmaya ant içtiler böylece.
Beslendikçe beslendiler, celladına âşık olan cahiller kervanından.
Uğurlarında ölecek zayıf karakterliler, bunları özgürlük davacısı olarak algıladı.
Dava kervanda şüphe uyandırmasın diye, Tekbir’i dillerine, tesbihi ellerine doladı sofiler.
Artık başarıdan başarıya koşuyorlardı.
Güçlü bir koalisyon partiydi kurulan.
Örgütlendikçe büyüyor, büyüdükçe örgütleniyorlardı.
Camiler kışla, minareler süngü oldu.
Virüs gibi girdiler toplum kanına.
Can damarından yakalamışlardı aynı toplum dilsizliğini.
Her yoksulluğa ibadet eden “Allah beterinden korusun” şükrüyle kadere boyun eğen alkışçılar sayesinde meşrulaştılar.
Korku saldılar.
Saldıkları Allah korkusuyla güvenoyu aldılar.
Böylece, birbiri peşi sıra değiştirdiler birçok yasayı.
Dokunan yandı.
Dokunan yandıkça, yolsuzluk, hırsızlık, azar, tehdit, kabadayılık, hakarete de meşruluk kazandı.
Aşsızlar.
İşsizler.
Fahişeler.
Pe..venkler de inandı sofilere.
Kanaat etti çoğunluk.
“Aşağılanmak kaderimiz” dediler.
Emek ve milyon dolarlar çalınırken, avuçlarının içi patlarcasına alkış tuttular.
Ellerini ovuşturuyordu sofiler.
“Verdikçe veriyor Allah ” diyordu, Bakanın biri.
Bölücü anayasaya karşı çıkanları, en galiz sözlerle aşağılıyordu.
Aynı Bakan, muhalif ana partinin genel Başkanını, “Şu kadarcık boyuyla laf atıyor” diyerek horluyor, sözde küçük düşürüyordu.
Bir diğer hükümet sözcüsü Burhan Kuzu; “Biz olmasak, fareler gibi aç kalırdınız” sözleriyle de aşağılayarak, vatandaşa nefret kusuyordu.
Gerçekten de aldıkça alıyordu sofiler.
“Allah- Allah” dedikçe yoğurdular kutsanmışlıklarını.
Yoğruldukça, zamanla aynı hücreye dönüştüler.
Sadakat yemini ettiler, beraberlikleri üzerine.
Başarmışlardı işte.
Savurgan bir rüzgâr esiyor, hızla değişime uğruyordu ülke algısı da.
Sevişmek, tiyatroya gitmek, heykel dikmek başlıca yasaklar arasındayken, sanatı tümden yasak kıldılar.
Türbanı simge yaptılar, “namusun bekçisi türbandır” algısı yarattılar.
Yetinmediler, ana okula sokmaya yeltendiler.
Ülke, başına dolanan türbanla boğuşurken, uçkur düşkünü sapkınlar arttı.
İmam nikâhlı, seks kölesi çocuklar bulunup satıldıkça, onay verilir gibi, daha nice ahlaksızlıklara, yasalarla da sessiz kalındı…
Şimdilerde ağır bir yara aldı ortaklık.
Niye?
Birbirlerinin serveti, devlet içi örgütlenmesi de hazmedilemeyecek boyuta varmıştı.
Durumun oraya varacağını biliyorlarmış gibi, birbirlerinin hakkında da yıllarca delil depolamışlar.
Gelinen nokta, yolsuzluk hırsızlık dosyaları, karşılıklı suçlamalarla ağır sancılı gebelik dönemi yaşıyorlar artık.
Başbakanın her konuda, her davada doksan derece (u) dönüşü ise, rezilliğin son perdesi.
”Ben Ergenekon’un savcısıyım” diyen, şimdi kalkmış, Ergenekon avukatlığına soyunuyor.
Koalisyon ortağıyla beraber yaptıkları anayasayı şikâyet ediyor topluma.
Oğullar, uşaklar yolsuzluğu hırsızlığını örtme telaşıyla çırpınıyor.
Hala tek adamlık hayali kurarak mı temizleyeceğine inanıyor kanındaki virüsü?
Depo patladı bir kez.
Cemaat AKP virüsü, artık birbirini yok ediyor.
Tutuşturulan çöp kibritini, ilk kim atacak depoya, merakla bekliyoruz.