İbrahim Karamemet

İbrahim Karamemet

Bir Başbakan Böyle Konuşamaz II

Son günlerdeki olaylar çok büyük, çok önemli. Doğaldır ki, bu kadar olayın olduğu bir ülkede, eğer o ülke bir aşiretler ülkesi değilse, bir  padişahlık değilse, demokratik bir ülkeyse, ya da  anayasasının elverdiğince, olabildiğince demokratik bir seçimle başa gelmiş bir hükumeti varsa, o hükumetin başbakanı duruma en azından vaziyet etmeli, hicbirşey yapamasa da en azından konuşmalıdır. Hele hele ülke medyasının yüzde doksanı kendi yanında görünüyorsa  hiç vakit kaybetmemeli medyayı kullanmalı, görüşlerini bildirmeli, konuşmalıdır. T.C. hükumetinin başbakanı da bunu yapıyor. Ama nasıl????.....
 
Çok şeyler söyledi başbakanımız. hatta gereğinden çok şey söyledi. Birkacı şöyle:
 
1 - “Olay 5-6  ağacın sökülmesi değildir. Olay tam aksine , olay gezi parkı projesinden çıkarılarak ideolojik boyuta getirilmiştir.
 
2 - ”Onun 20 topladığı yerde 200 bin, yüz topladığı yerde 1 milyon toplarım. 
 
Bunu yapabilecek gücümüz vardır.” 
 
3 – “Herkesin protesto etme hakkı vardır, ama böyle değil. Birkaç çapulcunun ortalığı kırıp döktüğü, yakıp yıktığı gösteri demokratik protesto değilir.” 
 
4 - “Atatürk Kültür Merkezini bile biz yıkmalıyız, yıkıp oraya gururlanacağımız bir opera binası yapmalıyız.” Daha çok şey söyledi başbakanımız, daha da söyleyecek ama, lafı uzatmayalım. 
 
Dördüncüden başlayalım. Altı çizili sözcüklere dikkatle eğilerek irdeleyelim.
 
 4 – Bildiğim kadarıyla Atatürk Kültür Merkezi aslen bir opera binasıdır. Diğer birim ve bölümleri bu opera binasının eklentisidir. Buna dünyadaki her tiyatroopera binasında bulunan icki servisi de yapılan kafeterya da dahildir. Özür dilerim, bildiğim kadarıyla derken ben bu işin uzmanıyım. Lisans eğitimimi dünyanın en iyi üç okulundan birinden tiyatro bilimcisi olarak pekiyi dereceyle yaptım ve yıllarca bu konuda çalıştım, Türkiye’nin ilk Güzel Sanatlar Fakültesinin kurucu kadrosunda bulundum, ayrıca bu konularla ilgili bir enstitünün kuruluşunda bulundum, tek başıma bir fakültenin radyo-televizyon bölümünü kurdum ve hala bu konularda çalışmaktayım. Öğünmek için söylemiyorum affınıza sığınarak uzmanlığımı belirtiyorum.

Atatürk Kültür merkezi bir opera binasıdır ve çok amaçlı bir opera binasıdır.  Ama daha önemlisi o opera binasının mimarı o yıllarda bu konuda Türkiye’de belki de tek tiyatro binası uzmanlığı olan ve tam 33 adet ulusal ve uluslararsı ödülü olan bir mimarın, Hayati Tabanlıoğlu’nun telifli bir projesidir. Evet, bu binanın projesi telifli bir projedir ve müellifinin izni olmadan yıkılamaz, bırakın yıkmayı  en ufak bir değişiklik bile yapılamaz. Işıklar içinde yatsın Hayati bey öldü. Ama telifi duruyor. Varisleri ne diyecek?.. Şu işe bakın ki, Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu da mimar ve onun da daha şimdiden babasından çok projesi var ve görülüyor ki babasından çok ödül alacak. Kaldı ki, bu bina bir devlet binasıdır, bu telifi ve binayı korumak herkesden önce devlete düşer. 
 
Başbakan bu binayı yıkacağına seçmenlerine  şu onbeş milyonluk şehirde yeni  bir opera binası müjdelemeli ve onunla gurur duymalıydı. Bu binayı yıkmak korsanlıktır ve korsan  yayın yapmaktan daha vahim bir suçtur, Başbakanımız bunu bilmiyor olabilir, herkes herşeyi bilemez. Ama, bunun bir suç olduğunu  ona söyleyecek kimse yok mu çevresinde. Bildiğim kadarıyla bu hükumette bir Kültür Bakanlığı var (?). Evet bu binaya dokunmak bir suçtur. 
 
3 – Burdaki kilit kelime “çapulcu”. Buna söylenecek cok şey yok. Geceyi çimenlerin üstünde geçiren iki aylık bebek mi çapulcu. Gitar çalıp şarkı söyleyen mi, polislere kitap okuyan mı? Milyonların gelip gittiği koskoca alanı ertesi gün temizleyen on yaşındaki kız çocuğu mu? Yoksa kendini tanktan büyük iş makinasının önüne atan milletvekili, ya da kanlar içinde yatan genç kızlar, oğlanlar mı, hala komadan çıkamayan Suriyeli kardeşimiz mi?. Bu çapulcuları kim bu hale getirdi? Efendim kırıp dökmüşler devlet malına zarar vermişler. Eee 
 
Çin ata sözüdür. Rüzgâr eken fırtına biçer. Kanlar içinde hastahanelik olanlar bu devletin vatandaşı değil mi? Sökülen ağaclar başka bir devletin malı mı? Orantısız güç kullanmak da bir suçtur. Hem de uluslararası bir suctur ve affı ve zamanaşımı yoktur. Bir başbakan bunu bilmelidir ve herşeyden önce polisini control etmelidir.

2 – Güç. Herkesde, her kuruluşta bir takım güçler vardır. Ama, bu güçler gelişigüzel kullanılamaz. En aşırı örneği de her insanın bir başkasını öldürmeye veya dövmeye gücü yetebilir. Ama, bunu yaparsanız kanun yakanıza yapışır. Kanun yakanıza yapışmasa bir şekilde sıyırsanız bile, çevreniz yakanıza yapışır. Çevreyi de uyutursanız bir gün gelir vicdan sizi bırakmaz. Hele hele inanmışsanız ahirette yakanızı hiç kurtaramazsınız. Ben yirmiye ikiyüzbin, yüzbine bir milyon toplarım sözü üzerine Değerli dostum Mümtaz İdil artıhabertürk de “Nedir bu, iç savaş çağrısı mı?” başlığıla çok güzel bir yazı yayınladı.  Söylenecek çok şey yok. Bu söz provakasyondur, kışkırtmadır, ve milleti birbirine düşürmedir, bölücülüktür. Bunların hepsi iç hukukta da, uluslararası hukukta da suçtur, bunun suçun zaman aşımı da yoktur. İyi ki, başbakanın bu söylemini birileriyapmaya kalkışmadı. Polis bile baktı ki, iş çığrından çıktı, çekiliverdi.
 
1 – Başbakanın bu sözü çok doğru. Altına imzamı bile atardım ama, ufak bir kelime hatası var. Onu düzeltip imzalayayım. Buradaki bir sözcük yanlış kullanılmış. “İDEOLOJİ”. Bu işte hiçbir ideoloji yoktu sayın başbakanım. İki aylık bebe mi ideoloji yaptı? Yetmiş yaşındaki nine mi idelojik tahriklere kapıldı? Bu tamamen bir halk hareketiydi. Bu eğer ideolojiyse, evet en önemli ideolojidir “demokrasi” adına yapılmış bir harekettir. Eğer bir kişi başbakan bile olsa, daha özgürlükçü ve demokratik bir amaçla yapılan eylemi suçlayıcı şekilde ideolojik diye nitelendiriyorsa, söylenecek birşey yoktur. Ve belki astlarınız ve danışmanlarınız size söylemedi, bir şey çok önemli başbakanım. Taksime gelip gidenin sayısı milyonları aştı ve yaş ortalaması en fazla  yirmiiki-yirmidört. Ben size yardımcı olayım bunu size bildirmiş olayım.  Bu iş seni beni aştı başbakanım. 
 
Bunu hepimiz aklımızın bir köşesine yazmalıyız. Bir takım size göre marjinal siyasi partiler ve kuruluşlar olaylar başladıktan ve yayıldıktan günler sonra Taksim’e geldiler. Ve polis çekildikten, gençler Divan Oteli’nden Marmara oteline, İstiklâl Caddesinden Gümüşsuyu’na , Mete Caddesine kadar lebalep alanı doldurduktan sonra birtakım provokatörler  dolaşmaya başladı ortalıkta. Hepsi de SARHOŞTU ve ÇAPULCU görünümlüydü. Ama yirmiiki yaş ortalaması hiçbirine yüz vermedi, onlar kendi başlarına söylenip durdular. Bir tanesi gözümün önünde bir ağaca yaslanarak sızdı. Demek ki, ağaç bir işe yarıyormuş.
 
Burda İDEOLOJİ sözcüğü besbelli yanlış kullanmış. Onun yerine söylenmesi gerekense “POLİTİK” olmalıydı. İdelojik sözcüğünü çıkarıp, yerine politik sözcüğünü koyuyorum ve başbakanın o sözünü bu değişiklikle imzalıyorum.Olay tamamen politikti sayın başbakan. Ağaç meselesi değildi. Ve sandığınızdan çok daha geniş boyutluydu. Bu üç-beş ağaç büyük, çok büyük bir kesimin, gençliğin sizin politikalarınıza karşı olduğunun göstergesiydi. Ağaç yaş ve canlı olmasına ragmen sadece bir kıvılcımdı. Ama lütfen sormak istiyorum. Politika yapmak suç mudur. Peki politika yapmayı engellemek, hatta engellemeye kalkışmak suç mudur?.  Örgütsüz, plansız, hiylesiz, hurdasız politik bir halk hareketiydi bu. İster bireysel olsun, ister kütlesel, hele hele örgütlü bile değilse politika yapmayı engellemek bir suctur. Buna devlet gücünü hem de orantısız ölçüde katmak ise katmerli suç. Bu hem anayasal bir suctur, hem uluslararası affedilmeyecek bir suçtur. Demokrasinin olduğu iddia edilen bir ülkenin, hele hele ileri demokrasiden söz eden başbakanı bu sözleri söyleyemez. Lütfen bu söylediklerinizin hepsini geri alın ve milletten özür dileyin.

Önceki ve Sonraki Yazılar