ÜNLÜ YAZARDAN YILMAZ ÖZDİL SAPTAMALARI
Aşağıda, kişisel blog’u ‘riya tabirleri’ sitesinden yazısını aldığımız Ümit Kıvanç ise konuya bambaşka bir açıdan yaklaşıyor
Boraz Kanıpak
Bir süredir kamuoyunda Yılmaz Özdil tartışması yapılıyor. Yazısının değiştirilmeye çalışılması üzerine, hiç yayınlanmamasını tercih eden Özdil’in Hürriyet’ten ayrıldığı konuşuluyor. Bir kesim de Yılmaz Özdil’in ‘iktidar baskısıyla’ gazeteden kovulduğunu savunuyor. İki taraftan gelecek açıklamalar konuyu açıklığa kavuşturacaktır.
Fakat bizce asıl önemli konu, Özdil vasıtasıyla yeni ve etik tartışmaların yapılması. Bazı gazeteciler Özdil’e destek vererek Hürriyet’in tavrını eleştirirken, bazı yazarlar ise Yılmaz Özdil’in üslubunu sakıncalı buluyorlar. Aşağıda, kişisel blog’u ‘riya tabirleri’ sitesinden yazısını aldığımız Ümit Kıvanç ise konuya bambaşka bir açıdan yaklaşıyor. Demokrasi, fikir ve düşünce özgürlüğü ile bu özgürlüğün sınırlarını tartışan Kıvanç’ın, içeriğini; ilginç ve öğretici bulduğumuz yazısını sizlerle paylaşıyoruz.
Demokrasi Yılmaz Özdil'i kapsar mı?
Yılmaz Özdil adlı şahsın başına gelen, memleketin muhalif, demokrat ve özgürlükçü insanlarını azıcık sıkıntıya soktu: Haksızlığa, adaletsizliğe kim maruz kalırsa kalsın karşı çıkmak gerekir, ama faşist ve ırkçı bir yazar hükümet kararnamesiyle işinden olunca onu savunmak gerekir mi?
Dünya işlerine aklım ermeye başladığından beri kendimce adalet mücadelesi yapıyorum. Bunca zaman içerisinde düşünebildiğim, kavrayabildiğim ölçütler açısından diyebileceklerim şunlar:
Meselenin birkaç yönü var:
(1) İdeal bir demokratik özgürlük ortamında istisnasız herkesin her şeyi söyleme-yazma hakkı var mı?
(2) İstisnalar varsa, sınır nerede?
(3) Bir sınır varsa, Özdil bunun hangi tarafında?
Önce, işin zor görünen ama bence pek kolay yanına dair: İstisnasız herkesin her istediğini söyleme-yazma hakkı yoktur, olamaz. Çünkü bazı insanlar ve gruplar, bazı başka bireylerin ve grupların susturulmalarını, kimliklerini gizlemelerini, ikinci sınıf insanlar sayılarak ona göre yaşamalarını, giderek, ortadan kaldırılmalarını hedeflerler, bunu bir tür ideal durumun olmazsa olmaz şartı sayarlar.
Dolayısıyla, sınır burada: Başka birilerinin kendi kimliğiyle varolma, söyleme-eyleme hakkını kısıtlamayı, yok saymayı-yok etmeyi veya başka bir insan grubunu ortadan kaldırmayı öngörenlerin söz, ifade, örgütlenme ve eylem hakkı olamaz. Adalet kavramının en basit ve temel gereği olarak, birarada yaşamayı birilerini ikinci sınıf (bazı haklardan yoksun) kılma şartına bağlayanlara da söz, ifade, örgütlenme vs. hakkı tanınamaz. Bu, bütün insanlar için en azından kimlik düzeyinde eşitlikçi ve özgürlükçü, adil bir ortak hayatın, insanların bütün farklılıklarıyla birarada yaşayabilmesinin önkoşuludur.
Gelelim Özdil'in bu tarife göre nerede durduğuna. Roboski yazısı gibi, eminim birçok Kemalistin dahi hazmetmekte zorlandığı rezilce örnekleri bir yana bırakın, sadece İstanbul'da bıçaklanarak öldürülen iki İngiliz taraftarla ilgili icraatı dolayısıyla, kınanma, ayıplanma ne kelime, bir daha herhangi bir gazeteye el sürdürülmemesi, yargılanıp mahkum olması gereken bir kimsedir. Şimdiye kadar pek çok defa nefret suçundan yargılanmalı ve mahkum olmalıydı. İfade özgürlüğünün gerçekten varolduğu, bununla ilgili yasaların bambaşka bir mantıkla kurulduğu bir ülkede, Özdil belki ancak, yeni yetme Neonazilerin ellerinde dolaşan birtakım risaleleri kenarda köşede kaldığı için gözden kaçacak marjinal bir yayınevince basılan, aklı başında kimsenin de ciddiye almadığı bir tahrikçi olurdu. (Evet, Akit gazetesi de bu konumda.)
Meselenin son unsuru, Özdil'in köşeyazarlığı hayatına hükümet kararnamesiyle son verilmesi. Alo Fatih Yasası'na dayanılarak çıkarılan bu görünmez kararnameler şimdiye kadar pek çok insanı işinden etti, Özdil de sonuncusu oldu. (Aynı torba kararname içerisinde benzer muameleye uğrayan Radikal muhabiri Fatih Yağmur'un durumu, muhalefet saflarında "Büyük Özdil Çelişkisi" düzeyinde bir felsefî mesele yaratmadığı için ondan bahsetmiyoruz.) Hükümet baskısıyla işten insan attırıldığında hiçbir demokrat-özgürlükçü insan, "karşı çıkmalı mıyım?" diye sormaz; dolayısıyla işin bu yönünde bir sorun yok. Sorun, bu durumda savunulacak kişinin niteliğinden, insan haklarına aykırı zihniyet ve ifadelerinden kaynaklanıyor.
Esas sorunu yaratan, Türkiye'de toplumsal muhalifliğin milliyetçilikle, Kemalizmle, AKP döneminden beri de bir cins Beyaz Türk ırkçılığıyla şu korkunç ilişkisini bir türlü kesin şekilde koparamayışı. Eğer Yılmaz Özdil gibilerin yanına bile yaklaşamayacağı bir demokrat-özgürlükçü muhalefet pratiği bu memleketin olağan bir hakikati olsaydı, bugün insanlar çıkar, göğsünü gere gere, Özdil'in hükümet buyruğuyla işten atılmasına itiraz eder, bu yüzden Özdil ile yanyana getirilme endişesi duymazdı. Çünkü asla yanyana getirilemeyecekleri pek çok insanın, grubun hakkını savunmuş olurlardı, esas dertlerinin herhangi bir olaydaki kahramanlar değil birtakım ilkeler olduğu anlaşılmış, zihinlere yerleşmiş olurdu.
"Makarna için, kömür için ruhlarını satan cahil, aptal bidon kafalar..." muhabbeti yapanlara karşı, Akit'e duyduğundan bir gram az öfke duyanların demokrasiyle falan işi olamaz. Bu kadar akıl-fikirden sonra bu da işin "inanç" tarafı olsun; çünkü bu da benim inancım.
Kaynak: