TÜRKİYE UZMANI'NDAN FLAŞ ERDOĞAN TESPİTİ

TÜRKİYE UZMANI'NDAN FLAŞ ERDOĞAN TESPİTİ

Dış İlişkiler Konseyi Türkiye uzmanı Steven A. Cook, POLITICO dergisinde, “İmparator Erdoğan” başlıklı bir yazı yayınladı.

Yazıda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gittikçe dayanılmaz hale gelen otoriter tavırlarına dikkat çekilirken, 1970’lerin sonundaki ciddi kargaşalarda 4 bin 500 kişinin hayatını kaybettiği olaylar hatırlatıldı.

İŞTE YAYINLANAN O YAZI

Türkiye’nin otoriter bir rejime doğru kayması niçin tahmin ettiğinizden daha da kötü.

Köşe yazarları ve gazeteciler arasında Türkiye için “liberal-karşıtlığına dönüş” veya “yeniden ortaya çıkan otoriter tutum” tanıtımları artık olağan hale geldi. Fakat bu tanıtımlar, pek çok Türkün, Arap’ın ve Amerikan dış politikasını yönlendirenlerin, Irak’ın işgali ve ardından Arap Baharı süresinde inandığı ve güya “model” Müslüman Demokrasi’nin bir şablonu olarak gösterilen Türkiye’nin bu hedeften ne kadar saptığını göstermeye yetmez. Pek çok yönden Erdoğan’ın yönetim tarzı, kısa zaman önce devrilen ve toplum bilimcilerin sultanlığın en aşırı ucu, tek-adam yönetimi dedikleri Arap diktatörlerden hiç de farklı değil. Bu, çok dar bir çerçeveye oturan, çoğu zaman desteğini aile fertleri, bir etnik grup veya bölgeden alan, ne halk ne de ordu veya adalet sistemi gibi devlet kuruluşlarının hükümdarın güçlerini kontrol edemedikleri bir ortamdır.

Türkiye’nin gittikçe gücü artan sultanlıkla yönetilmesi Türkiye dışında da ciddi sonuçlar doğurdu. Erdoğan’a danışmanlık yapacak kimse olmadığı için dış politika, Erdoğan’ın politik çıkarlarına göre düzenleniyor. Örneğin, illa da Esad gitmeli diye tutturması. Bir açıdan, tutumundaki kararlılık takdir edilecek bir prensip sahibi yapıyor onu, öbür taraftan da eski dostuna olan hırsının sonucu bu. Erdoğan Şam’da rejim değişikliği tutumunda o derecede ısrarlı oldu ki, bir zayıflık görünüşü yaratmadan vazgeçmesi imkânsız hale geldi. Bunun sonucu olarak Ankara’nın IŞİD’e karşı savaşın aynı zamanda Esad rejimini de sonlandırması yolundaki ısrarı ABD önderliğindeki koalisyonun IŞİD ile savaşını karmaşık hale getirdi ve Ortadoğu’da, Hamas’tan başka dostu kalmayan Türkiye’nin durumu daha da zayıfladı.

Erdoğan’ın arsız politika türü, bölgenin şimdi meşhur olmuş meydanlarında toplanan halkların devirmek için ayaklandıkları diktatörlerinkine çok benziyor. Söylemeye gerek bile yok, bu gelişmeler, ADB’nin güvenliği için Türkiye’nin desteğini sağlamak, Türkiye’yi sağlamca Batı’ya bağlı tutmak ve ülkeyi diğer Müslüman toplumlara bir “örnek” olarak göstermek isteyen Obama yönetiminin Türkiye beklentilerini baltaladı.

2007’de AKP kurucularından en yakın ortağı Abdullah Gül’ü, dışişlerinden, resmen politik bir gücü olmayan cumhurbaşkanlığına kaydırdığından beri Türk politika arenasında Erdoğan aklına geleni yaptı. Cumhurbaşkanı’nı destekleyenler ya tasfiye edildiler ya da kızağa çekildiler. Böylece, Gül veya başka hırslı bir politikacının Erdoğan dışında, AKP içinde bir güç tabanı oluşturmasının önünü kesti. Geride kalan Gül yanlısı tek isim, beceri ve meslekî dürüstlüğü dış yatırımların devamı için önemli olduğundan, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan idi.

Parlamentoda AKP grubu içinde yerini Erdoğan’a borçlu olmayan hiç kimse yok. Aynı şey, Başbakan Ahmet Davutoğlu ve hükümetin diğer bakanları için de geçerli. Erdoğan’a karşı gelmenin bedeli yüksek.

(…) meclisteki yerlerini, dolayısıyla dokunulmazlıklarını kaybetme korkusundan parti içinde kimse Erdoğan’a karşı gelecek durumda değil. Bu, son yıllarda Erdoğan ve danışmanlarının yarattığı resmen intikam alma ortamında ödenecek çok büyük bir bedel olur.

Ayrıca, vizyonu ve ilerisi için fikirleri olmayan beceriksiz bir muhalefet de avantajlarından biri.

Büyük Usta’ya yakınlaştıkça görünen, danışman çevresinin daha da daraldığı, daha az deneyimli oldukları ve Erdoğan’dan korkularının daha fazla olduğu.

Geçen Ağustos’tan bu yana Erdoğan cumhurbaşkanlığı yetkilerini daha önce görülmemiş bir şekilde artırdı.

(…) politikadaki bu değişimler ABD’nin Erdoğan’ın Türkiye’sine ne şekilde yaklaşacağını değiştirmeyecek belki de. Türkiye’nin otoriter düzenini derinden anlarsak, ülkenin güya paylaştığı Batı değerlerinden ne kadar uzaklaştığını daha iyi görebiliriz. Ankara’nın, Batı ile ekonomik olarak ve NATO yoluyla bağlı kalması olası fakat Türk hükümetinin Avrupa devletlerinin ve ABD’nin temeli olan ideal ve prensiplere saygılı olması fikri tam manasıyla bir hayal.

Ürkütücü olan Erdoğan’ın güç kavgasının Türkiye’nin istikrarına etkisi. Politika bilimcilerine göre tek-adam düzenleri askeri diktatörlüklerden daha uzun ömürlü fakat çoğunda ciddi istikrarsızlık var ve kanlı olarak daha tatsız bir şekilde sonlanıyorlar. Böyle bir şeyin Türkiye’de olacağını düşünmek zor zira Erdoğan için savaşacak bir askeri koruma ordusu yok. Erdoğan’ın polis içindeki –gerçek veya hayali– karşıtlarını tasfiye şekli ve Milli İstihbarat Teşkilatını en sadık yandaşlarının emrinde kendi gücünün bir parçası haline getirmesi, uzak da olsa bir ayaklanma ve şiddet olasılığını getiriyor. Bu Türkiye’de görülmemiş bir şey değil; 1970’lerin sonundaki ciddi kargaşalarda 4500 kişi öldü.

Erdoğan devri bir felâketle sona ererse (yahut görevdeyken vefat ederse) Türk politikası bir çatışma çıkacak kadar aşırı duruma gelmez. Fakat onun bu tek-adam düzeni ülkenin geleceğini de karartacak. Erdoğan’ın mirası demokrasi veya refah değil, politik kutuplaşma, denge kontrollerin baltalanması, din ve etnik ayrılıkların manipülasyonu ve genel olarak istikrarsızlık olacaktır.

Şu an Türkiye’nin geleceği Erdoğan’ın kaprislerine bağlı; Merkez Bankası’na yanlış bir tutum olan faiz indirimi için baskı yapmasından tutun da Batı’yı, dışarıdan müdahale ile Türkiye’yi diz çöktürmeye zorlamakla suçlamasına kadar. Epey zamandır bazı gözlemciler, AKP idaresi altında Türkiye’nin, Anadolu İslam din devletine dönüşeceği görüşünde idiler.

Bu korkular yersiz. Aksine ülke, gün geçtikçe Ortadoğu’da değersizleşen ve ABD içindeki müttefiklerinden uzaklaşan, bir dar görüşlü, huysuz, milliyetçi tek-adam gösterisi haline geldi. Veya daha da kötüsü tehlikeli hale geldi. (çeviri:güncelmeydan)

Kaynak:Haber Kaynağı