İbrahim Karamemet
TABİİ Kİ, SİYASET İLMİN HİZMETKÂRI OLUR
Sayın Cumhurreisimiz Din Şurası’nda “İlim siyasetin emrinde olmaz. Siyaset ilmin hizmetkârı olur.”, demiş. Aslında çok doğru söylemiş.
Yıllar önce yüksek lisans yaparken aldığım derslerden biri de Bilim Sosyolojisi idi. Hocamız yurtdışında konusunda uzmanlık almış genç bir beyin. Doğru Türkçenin oldukça yerleştiği ama, daha tam oturmadığı yıllar. Bir gün bir hanım arkadaş kafasını kurcalayan bir soruyu bilmiyor olmanın ezikliği ile çekinerek sordu. Hocam dedi, “Bilim ile ilim arasındaki anlam farkı nedir?”. Aslında bu soru birkaç yıl öncesine kadar bizim de kafamızı kurcalamıştı, ve palyatif açıklamalarla yanlış bir kanaat edinmiştik. Sonrasında, o yıllarda bolca basılan kitaplar ve kitap okuma alışkanlığı sayesinde bu soruyu enikonu doğru çözmüştük. Gene de soru bize de ilginç geldi, alacağımız yanıt bize de bir sağlama olacaktı. Değerli hocamız önce böyle bir soru gelmesine şaşırdı, sonra net ve kesin yanıtladı. “Hiçbir fark yok. Biri yeni yani, günümüz türkçesi, diğeri eski türkçe, yani Osmanlı Türkçesi. Hangisini kendinize uygun görürseniz onu kullanın”. Bu yanıt Osmanlıcayı laf cambazlığı amaçlı kullanmak isteyenlere ve halâ bilimi pozitif bilimler, ilmi de ilahî bilgilerle ilgili sananlara ithaf olunur. Bu nedenle Sayın Cumhurreisimizin bu deyişini önemsiyor ve sonuna kadar destekliyoruz. Çünkü siyaseti de bilimin ışığında yapmayınca nerelere savrulanacağı artık biliyor, dahası yaşıyoruz.
Sayın Cumhurrreisimiz, “İlim siyasetin emrinde olmaz. Siyaset ilmin hizmetkârı olur” derken kendileri ne kastetmek istedi tam bilemeyiz ancak, çok doğru bir noktaya değinmiş. Bu deyişte “hizmetkâr” sözcüğünün seçilmiş olmasındaki anlam analinizi de anlambilimcilere bırakarak şu soruyu irdeliyelim. Ülkemizde siyaset ilmin hizmetkârı mıdır? Daha doğrusu siyaset nasıl ilmin hizmetinde olur.. Siyasetin ilmin hizmetinde olması için önce ilime ön vermesi ondan yararlanması gerekir ki, ilim de ilerlesin faydalı olsun. Hizmetkâr olmayı da bir kenara bırakalım çünkü ağır yükümlülükler getirir. Daha yalınlaştıralım ve “Siyaset ilimden yaralanıyor mu?” diyelim. İşin bu yönüne bakalım, derin konuları lafazan üstadlara bırakalım. Siyaseti de çok genel soyut anlamıyla düşünmeyelim ve son oniki yıldır yönlendirildiği gibi somut olarak yatırımlar, yapılar ve büyük projeler temelinde ele alalım. Çünkü son yıllarda yapılan tüm siyasetin amacı, olabildiğince çok büyük (mega) projeleri nasıl ve ne şekilde olursa olsun yapmak, bundan hem siyasî, hem parasal rant sağlamak. Oldukça pragmatik.
Bu büyük (mega) projelerden biriyle ilgili olarak TMMOB (Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği) ciddi bir bilimsel çalışma yaptı ve İstanbul’da yapılacak üçüncü havaalanı ile ilgili çok çarpıcı bir gerçeği ortaya çıkardı. Projesinde havaalanının kodu yani denizden yüksekliği 105 metre olarak öngörülmüştü. Bunun için büyük bir hafriyat ve dolgu gerekiyordu, çok masraflıydı ama, yapılacak bu büyük (mega) eser için herşey göze alınabilirdi. İhalesi de buna göre yapılmıştı. Ancak yapım ilerlerken birden bire bu kod 70 metreye düşürüldü. Hani tassarruf amacıyla da değil. Üstlenicilere ödenecek parada bir değişiklik olmaksızın yapıldı bu. Yani bizim cebimizden çıkan parayla oluşan bütçeye bir yararı olmaksızın yapıldı. Üstleniciler işvereni yani, hükûmeti nasılsa ikna ettiler ve devlete parasal bir faydası olmadan hafriyat ve dolgu masrafının üçte birinden kurtuldular. Milyonlarca dolar. Oluyor böyle şeyler. Maalesef alıştık. Ama uzmanlardan oluşandan bir bilim (ilim) heyeti yani Osmanlıcasıyla ulemâ, içlerinde mühendisler mimarlar, uçak mühendisleri, uçuş uzmanları, ulaşım bilimciler, meteoroglar falan olan bir bilim (ilim) heyeti bir çalışma yaptı ve ortaya olası bir felâket tablosu çıktı. Havaalanının güneyinde sıra sıra tepeler var. Ve rüzgârın estiği yöne göre uçak güneyden indiğinde veya güneye doğru kalkış yaptığında veya tersinde ki, bu bir zorunluluktur, bu 70 metrelik kod (yükseklik) kalkış veya iniş açısı için yeterli değil, uçak tepeye çakılır. Malum uçak helikopter gibi tepeden dik olarak inemez. Rüzgârın estiği yöne göre uçak rüzgâra karşı havalanır, rüzgârı arkasına alarak iner. İniş ve kalkış için belli hız ve açıya gereksinimi vardır. Üstelik o alan sert rüzgârların estiği bir alan. Şimdi ne olacak?.. E canım ne olacak devletin parası deniz tepeleri traşlarız, yeni bir ihale açarız da diyemiyorlar çünkü, oralar hep orman. Orman, ağaç kimsenin umurunda değil ama, oralarda da orman kesilerek havaalanı bağlantı yolları ve üçüncü köprü yolları yapılıyor ve yapımı hayli ilerlemiş. Hem bu yapılsa al sana milyonlarca liralık bir masraf daha. Mega proje olur ultra mega. Geriye tek olasılık kalıyor, bazı uçaklar tepelere çakılacak, Çakılmasa bile büyük tehlikeler atlatacak yani, teğet geçecek ve uluslararası hava ulaşım otoriteleri bu mega havaalanının üstüne kocaman bir kırmızı çarpı işareti çekecek. İşte ilimin bilimin ne işlere yaradığına, kimin kime ve neye hizmet etmesi gerektiğine bir örnek.
Yalnız bu mu. O havalanı ve yolların yapılabilmesi için kesilen ağaçların emdiği karbon ve toz emisyonu, ağaçların kesimi nedeniyle azalacak. Az buz değil, çok ağaç kesildi, çok azalacak. Bu kayıpla ortaya çıkacak zararın ne olacağı ve Türkiye nüfusunun dörtte birinin yaşadığı İstanbul’a ne yapacağı, buna değip değmeyeceği araştırıldı mı acaba?.. O alan İstanbul’un su havzası, Terkos gölünün dibi. Bu konuda kapsamlı ve gerçekçi bir araştırma var mı.. Akkuyu ve Sinop nükleer santrallerinin geniş bağlamda ne getirip ne götüreceği bir bilim ilim heyetiyle yani, ulemayla incelendi mi acaba?.. Tabii ki, bazı raporlar var ve bunların ışığında projeler parlatılıyor. Ancak, bu raporları hazırlatan siyasî kanat. İlimin hizmetini tam anlamıyla almadan hazırlanan yani, siyasetin ilimin hizmetkârı olmadan alınan raporlar bunlar. Bu nükleer santrallerin insanımız üzerinde etkileri, başta nükleer atık sorunu olmak üzere ilerde çıkacak teknik sorunlar, geniş kapsamlı incelendi mi acaba?..
İlim siyasete hizmet verecek ki, siyaset ilimin hizmetine girmiş olsun. İlim öncelikle çıkar peşinde değildir. TMMOB nin havaalanı konusunda yaptığı çalışmadan dolayı kimse zengin olmadı. Tam tersine toplumsal sorumluluk duyarlılığı ile para harcadı TMMOB. Bakalım siyaset bu özverili çalışmadan yararlanacak mı?. Her kömür havzasına bir termik santral yapmak elektrik gereksinimini karşılamak açısından kulağa çok hoş geliyor da, bunun getirisini götürüsünü başta insanımız ve tarım kaybı açısından kapsamlı inceleyen bir ilmî çalışma var mı acaba..
Böyle kapsamlı bir çalışmaya rastlamadık ancak, şunu biliyoruz ki, bütün dünyada gıda fiyatları düşerken, yurdumda artıyor ve Türkiye artık tarımıyla kendi insanını doyurmaya yeten bir ülke değil.
ÖNEMLİ NOT: Ortalık toz duman,ilimden bilimden geldik bugün inlere girmeye. Listeler hazırlanıyor, 400 kişiyle başladı bine çıktı, şimdi dörtbinler konuşuluyor. Devamlı gündem tırmanıyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu aslanlar gibi kükrüyor. Bütün bu tırmandırılış konusundaki yorumlar 17-25 Aralık yolsuzluk haftasını ve yolsuzlukları örtmek amacını güttüğünü söylüyor. Asla katılmıyorum. Yolsuzluk, rüşvet kimsenin umurunda değil. Suçlananların bile. Bence gizlenen gündem, kimsenin sözünü etmediği Orta Doğu, Kıbrıs ve Kürt açılımındaki gizlenenmeye çalışılan gelişmeler. Bu konular benim uzmanlığımın oldukça dışında. Bu konularda bilgisi olanların bu gündem değişikliklerine kapılmamalarını dilerim.