SİRKE SORUNSALI

 

Eskiden öyle tanışma, konuşma, koklaşma, anlaşma filan yoktu. Birisine yakınlık duydun mu, annene gidip “Anne benim yorganım dar geliyor, şunu biraz genişletsek mi”, diye işittiriyordun. O babana söylüyor, baban olumlu bulursa annen sana geri dönüyordu:

-Oğlum aklında birisi mi var, sen söyle ki biz de bakalım; münasipse gidip isteyelim…

Bizim kuşağın evliliği budur, benimki de böyle olmuştur. Yani Allah için, karımdan da memnunum. Saçını süpürge etmiştir. Aç kalmış, açıkta kalmış; bir gün olsun yakınmamıştır. Gün gelir, evde yiyecek kalmaz; bu çıkar tarladan, bayırdan bir kucak ot toplar getirir. Bir yemek yapar ki, parmaklarını yersin. Ben, şu okul senin, bu okul benim oradan oraya sürülüp gezerken çocuğuma bakmış, olağanüstü bir çabayla mesleğini de sürdürebilmiştir. Lakin işte her şey bir yere kadar demek ki, taşıma suyla değirmen dönmüyor.

Saraydaki muhteşem tabloyu öğrenince benim kafamda bir şimşek çaktı. Gidip manavdan beş kilo elmayla beş kilo limonu aldığım gibi evin yolunu tuttum. Hanım kapıyı açıp da fileyi elimden alınca önce bir yokladı; sonra da başını kaldırıp saf saf sordu:

-Adam bunlar ne? Ben yanıtımı hazırlamıştım zaten:

-Neye benziyorlar? Deyince soru değişti:

-Ne olacak bunlar?

İşte o zaman aldım sazı elime:

-Yıllar geçer, gözünün önündeki nimeti göremeyebilirsin ama küçük bir olay sana gerçeği gösterir. Küçük bir olay, elli yıldır iki yakamızın neden bir ara gelmediğini bana öğretti.

Hanım dediğin, elmaya, limona bakınca kabuklarındaki faziletleri de görür, sirkeyi de görür. Sen anca çalış. Evde çalış, işte çalış, gündüz çalış, gece çalış; durmadan çalış. Çalışmakla insan amaçlarını gerçekleştirebilecek olsaydı işçiler de bir gün patron olurlardı… Dediğim gibi kapıyı vurup çıktım.

Cenabı Allah her ne verirse hayırlısını versin; kadının da hayırlısını versin. Bir haftadır buralarda dolaşıyorum, beni içeri almıyor. Bişey değil, acıktım.  

Önceki ve Sonraki Yazılar