Nalan Türkeli
ŞERİAT İSTERÜK 3. BÖLÜM
Az ötede deminden beri bizi dinleyen adamın ta kendisi bu. İyice burnumuzun dibine sokulmuş.
O an, şaşkınlıktan çok korkudan dilim dolanmış halde; "Siz yanlış anladınız. " dedim. "Biz dindeki yasakları tartışıyorduk. Ay pardon, kocaları tarafından hala köle muamelesi gören kadınlarımızın durumunu konuşuyorduk diyecektim de."
Lafı düzelteyim derken, benim bilinç altı da devreye girmesin mi.
Biraz daha yanıma yaklaşıp ; "Pilavcı mı yoksa siyasetçi misin" diye kafa tutup; "Ekmeğine baksana sen. Yoksa bunu da bulamazsın. Ona göre" tehditiyle, bir güzel kalaylamaya başladı ki, yine gençlerden biri yetişti imdadıma.
Kendinden gayet emin; "Hey, hey, bakar mısınız" beyefendi "dedi. "Evet siz! Söylediklerinizde hiç bir samimiyet ve mantık yok. Üstelik kırıcısınız. Pilavcı diye üç maymunları oynamak zorunluluğu mu var, anlayamadım doğrusu? Ne demek istediniz, açıklar mısınız?"
Öylece kalakaldı bir an. Sonra elindeki tespihi şöyle bir sallayıp, yine emrivaki kaba bir sesle; " İşine baksın dedik ne var bunda? İnanmıyorsa da, insanların yaşantısına saygı duyacak birader."
"Peki sizin ne işiniz var burada? Sizinle bir alakası yokken niye saygı duymuyor da, araya girip kafa tutuyorsunuz?"
Bir sessizlik oldu.
Sonra; "Hah demek ki, hepimizin sabrını zorlayan bir şeyler var ortada" diye sürdürdü konuşmasını genç. "Tartışırken, o şeylerin üzerini, birilerini tehdit ederek örtmek istemek, zorbalıktır asıl. Tam da sizin istediğiniz gibi, korkuyla örülmüş köleciliği besler büyütür sadece.
Yine sessizlik.
"Ne çok şey biliyor bu çocuklar" dedim kendi kendime. "Hepsi ayrı ayrı birer eğitmen sanki? Nasıl da hazır cevapcılar."
Bir yandan başını onaylar gibi sallayıp gence kulak verirken, diğer yandan, hala dik dik bana bakıyor adam.
"Ben haklarımı Allah'ın bahşettiği Kuran'ı Kerimden alır, ona göre konuşurum" dedi, alaycı bir yüz ifadesiyle. "Kitap ne diyorsa, doğru olan odur. Hem buralarda ulu orta akıl satamazsınız gençler. Her horoz, kendi çöplüğünde öter. Bilin istedim."
"Birincisinden güç bela kurtulmuşken, al sana bir bela daha.
Birazdan gençler gittikten sonra, başıma musallat olmayacağının garantisi de yok.
Gençlerden birinin telefonu çalınca, deminki genç konuşmayı yarıda kesip, arkadaşına, "Tamam söyle, taburcu ettirmeden bütün raporları tekrar göstersin doktora. Biyopsi sonuçlarını da öğrenin. Sıkıntılı bir durum olursa, biz hemen çıkıştaki pilavcının yanındayız."
Genç kız itiraz edip; Ay ben çok üşüdüm." dedi. "Hem burada biraz daha durursak, tatsız şeyler yaşanacak gibime geliyor. Hadi kantine girip birer çay içelim lütfen."
"Yoo hayır ben burada kalacağım" diye diretti aynı genç.
Sonra, gülümser sıcak yüz ifadeyle, "Hem şu arkadaşla konuşurken de ısınabiliriz merak etme." dedi.
Çaktırmadan kızın yanına geçip fısıltıyla; "Lütfen şimdi gitmeyin dedim."En azından ortalığı yatıştıralım, öyle gidin."
Bu kez de gence dönüp, ona ricada bulundum. " Herkes kendince haklı galiba? Hiç gereği yok bu konuların" diyecekken, sözümü yarıda kesip; "Bu beyefendinin, övünerek kanuştuklarındabir tuhaflık var abla." dedi. Sadece bir kaç şey hatırlatıp, susacağım, sonra da gideceğiz zaten."
Adama baktım, o da telefonla konuşup, adres veriyor.
"Sen endişelenme abla" dedi, içlerinden biri daha. "Burası dağ başı değil, şehrin göbeği. Hem bizler şiddetle değil, konuşarak çözeriz meseleleri. Bak, arkadaş da hem medeni, hem olgun, hem de gayet sakin. Bilmediğimiz konularda, hepimiz cahiliz tabi. Ama birbirimizi dışlayıp karalayarak değil, doğruluğuna inandığımız konuları, yine tartışarak anlatabiliriz birbirimize."
Adama dönüp, yumuşak bir ses tonuyla, "Öyle değil mi güzel abicim" diye sorunca, aynı an yumşayıverip şişinmesin mi bu kez de.
Yine bir "Oh" çektim içimden. Nihayet ortalık durulmaya başladı. Çocuklar işini biliyor. Ee, ne de olsa kültür farkı. Ama buralarda yok denilecek kadar azlar. Çoğunluğunda, bu adam gibi, davranış bozukluğu var ne yazık ki.
Adam, şişine şişine, "Eee, biz de boş çiğnemedik bu İstanbul kaldırımlarını. Neler gördük, neler duyduk. Nur içinde yatsın. Hem benim dedem de hafızdı hafız."
"Eminim, dedeniz de sizin gibi dinlemesini bilen, vicdan adaletine hürmet eden biriydi."
"Tabi ya, "dedi. "Günahı sevabı da ben rahmetliden öğrendim asıl. Kul hakkından çok korkardı. Hele kadın meselesinde akan sular dururdu o konuşurken. O, eksik etek. O, Allah'ın size emaneti, siz de onların efendisisiniz. Korumakla mükellefsiniz onları derdi. Bu yüzden, saygım sonsuzdur kadınlara benim."
"Yoo" diye itiraz etti genç kız. "Niye eksik etek olalım ki? Bal gibi de tastamamız. Hem, efendisi olanlar, sadece kölelerdir."
Adam konuşmaya hazırlanırken, yine gençlerden biri; "Kim bilir, bildiğin çok şey, belki de sadece gelenektir? Ne dersin ha. Olamaz mı?"
Biraz mahcup, safça bakışlarla; "Valla bize bunları öğretti eskilerimiz. Kölelik mi, gelenek mi değil mi, o kadarına benim de aklım ermez." dedi.
Daha bir yüreklilik geldi kıza. "Az önceki kara çarşaflı kadın için tartışmıyor muyuz biz? Siz, bir parça olsun eziklik duymadınız mı içinizde?"
Adam, "bilmiyorum" gibilerden dudağını bükerek, "Ama Kuran da yazıyor kadının kapanması"
"Yaa, demek Kuran da yazıyor? Hadi diyelim, öyle. O günün inanç ve şartları onu gerektiriyordu belki de? Ama günümüzde hala bu bağnazlık savunuluyor korunuyorsa, demek ki, kasıtlı siyasal amaç güdülüyor. burada."
"Bak, orada yanlışsın" diye itiraz etti adam. "Kuran Tevrat ya da İncil değil ki değiştirilsin. O, yeryüzüne inen son kutsal kitap." diye diretince, yılmış bir halde, "Anlaşıldı. dedi kız. "Ama şunu söylemeden edemeyeceğim. Kadının niçin kapanması gerekiyor? Hadi, namus için diyelim, kimin namussuzluğundan korkuluyor asıl? Demek ki gerçek olan, erkek nefsini terbiye edemedikçe, bu psikolojik hormonal bozukluktan kaynaklanan sorunlarla, kadın kimliğine saldırılar, uzun zaman daha devam edeceğe benziyor."
"Ama o erkek." diye itiraz etti adam. "Bu da Allah emri."
Yine gençlerden biri araya girip; "Ben de erkeğim ama, kadını seks objesi olarak değil, senin, benim gibi, insan olarak görüyorum.
Diyelim ki, hem yaratacak, hem de yarattığı kadını kendinden kıskanıp, kapanmasını salık verecek öyle mi? Bu, suçlu bir Allah kavramı yaratmaktan başka ne olabilir?"
"Haşa" dedi adam. "O dediğin şeyi savunanlar, zaten kafirdir. Arap kanunları da böyle söyler."
"Desene, bizler de git gide Araplar gibi, kadını günah tohumu, hatta ganimet sayıp, aynı şeriat kanunlarıyla, ya taşlayıp, ya da kırbaçlayarak yok sayacağız neredeyse. Hatta çocuk evlilikleri, çok eşlilik gibi zırvalıklar da savunacak duruma geleceğiz bu gidişle."
"Orada haklısın. Biz bir tane hatuna zor bakıyoruz, o kadarını ne ile bakarız.?Ama dediğin gibi, şeriat bunu da savunuyor zaten"
"Bak güzel abicim" dedi çocuk. "Kelin ilacı olsa, başına sürer. O övünülen Arap toplumlarında, yüz yıllardır bitmeyen savaşlar, zulümler, cinayetler, açlıklar, eşitsizlik, acaba neden?
Aynı saflıkla sordu yine. "Neden ki?"
"İnsanların refah düzeyde yaşaması için, bir toplumda bilim, sanat, sanayi, genel kültür yoksa, hele ki kadınını hor görüyor, çaresiz ve cahil bırakıyorsa, bunlardan yoksun olan aynı toplumlar, simsarlara yem olmaktan kurtulamazlar.
"Allah belasını versin o simsarların" diye tepki gösterdi.
"Allah belasını verseydi, baştan fırsat vermezdi." dedi çocuk.
"Ve bu toplumlar, kandırıldıklarını asla kabul etmezler. Çünkü, her türlü acıya, ta baştan şartlanmışlardır, hem de acımasızca. Dünyada acı çekenlerin, öldükten sonra ödül verileceğine inanırlar sadece. İşte bu yüzden, ahiret de ödüllendirilme iştahıyla boğazlarlar birbirlerini dahi. Bu uğurda, gözlerini kırpmadan cinayet işler, kafa koparırlar."
Onca söylenen sözlere karşın, "Bilim dediğin nedir ki? Gavur icadı değil mi?" diye soruyor hala.
Başımın belaya girmeyeceğini bilsem, okkalısından bir laf da ben edeceğim; " "Tecavüz edilip öldürülen çocuklar için bile, hala her şeyde bir hayır var, diyebilen zihniyete, bu saydıklarını nasıl kabul ettirebilirsin" diye.
Az sonra gençlerin yakınlarının gelmesiyle, kalabalık yola kadar taşınca, etraftan "Bu ne yahu" seslerinin yükselmesi bitirdi konuşmayı.
Veda ederek ayrıldı çocuklar.
Bir süre, öylece bakakaldım arkalarından. Adam da arkasını dönüp gitmişti çoktan.
Bir an, "Şeriat isterük" naralarının, sürüler halinde gözlerimin önünden geçtiğini görür gibi oldum. Öyle ya, iki komşumdan birinin, şeriatı savunduğunun gerçekliği ortadayken, korkum yersiz değildi.
Bir yandan kaderimizi elleriyle yazdığı söylenen, diğer yandan ise, yazdığı kötü kaderle ahirette bizi cehennem ateşiyle yakan bir yaratıcı mı dediniz?