İbrahim Karamemet
RABİA DEVRİMİ: DÖRT, OLDU BEŞ
“Ben Halkım, ben varsam devlet var.”
Malum bir zamanlar araplarda kız doğanın kıymeti yoktu, şimdi de pek yok ya.. Hatta, yeni doğan kız bebelerinin diri diri çöle gömüldüğü söylenir. Dolayısı ile arapçada elle tututulur kız çocuğu adı da yoktur. O bizim özene bezene koyduğumuz Elif, Saniye, Rabia gibi isimler birer sayıdan ibarettir. Yani özür dilerim, sözüm meclisten dışarı mal sayar gibi, birinci ikinci üçüncü falan. Elif alfabenin ilk harfi olmak hasebiyle birinci, Saniye ikinci, Rabia da dördüncü demektir arapçada. Hani bir önceki başbakanımızın sık sık andığı şehit ve sembol olan Mısırlı Rabia kızımız var ya. Onun adının her geçtiğinde ve müslüman kardeşlerin bir kolunun adı geçtiğinde elin dört parmağının açık, başparmağın kapalı olduğu dört işaretini temsil eden el sembolünün nedeni de işte bu dört sayısıdır. Yani dördüncü, yani Rabia.
Bir Rabia da bizden çıktı. Kurban olayım ben o Rabia’ya. Gözlerim dolu dolu oluyor her izlediğimde. Önce basın magazinel bir yaklaşımla Havva Ana dedi ama, hemen çıktı gerçek ortaya. O kadının adı Rabia. Havva Ana değil, Rabia Ana. Ne farkeder, adı ne olursa olsun ana işte. Hem tek başına mı. Görüntüleri izlerken görüyorsunuz, bir dolular. Yani dolu dolu ana dolu bu ülke. Başkaları da var. Gene Karadeniz’de kollarından yakalanmış, bacakları savrulmuş jandarmanın sürüklediği yetmişlik Gönül Günay’ın Fotoğrafı geliyor gözümün önüne.Daha birçokları.
Karadeniz dışında da var analar. Hatırlayın. Gezi olayları sırasında o malum İstanbul valisi bir bülten yayınlayıp annelere seslenmişti. “Anneler çocuklarınızı Gazi parkından alın. Biz dağıtmaya kararlıyız. Yoksa çocuklarınız zarar görür, bunun sorumlusu da siz olursunuz.” demişti. Peki ne oldu sonra. Aradan yarım saat geçmedi üçyüzü aşkın ana Taksim’e aktı. Analar polisle göstericiler arasına bir duvar ördüler.
Elinde sapanla görüntülenen Emine Cansaver’i hatırlayın. Koluna da keçeli kalemle kan grubunu yazmış A+. Yani, diyor ki ben ölsem de dönmem. Hani yaralanır da, ola ki beni tedavi ederseniz kan grubum bu diyor. Daha bir dolu ana var. Nükleer santrala karşı çıkan. Ağaç katliamına karşı çıkan. Madene karşı çıkan. Hemen hepsinin başı bağlı, bir kısmı da türbanlı. Hep analar ön planda bu tür direnişlerde. Tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda çocuk yerine top mermisi taşıyan analar gibi. Şimdi vicdanınıza sesleniyorum. Kim kışkırtıcı, kim terör yaratıyor. Kanunsuzca ağaç deviren iş makinesinin önüne yatan, çocuklarını korumak için polise göğsünü geren analar mı; çocuklarınıza zarar veririm haa diyen devlet mi? Varın siz karar verin.
Hep aklıma takılırdı. Ne oldu Karadeniz halkına diye. Hani nerede o devrimci çoğunluk. Terzi Fikri’nin çocukları nerede diye. Fındığı, çayı değerini bulmuyor, mandalina tarih olmuş, ümükleri sıkıldıkça sıkılıyor ama hiç sesleri çıkmıyor diye. Meğer anaların işaretini bekliyorlarmış.
Rabia Ana bir ulu gibi elinde asa misali bir sopa, yasanmış bir kayaya bağırıyor. “Devlet neymiş. Ben olmasam devlet mi olur. Ben halkım.” Etrafını yöre halkı sarmış. Görüntüler ortada. Hani entel café müdavimleriydi karşı çıkanlar. Söylediği ders niteliğinde. “Ben halkım, Ben varsam devlet var.” Bütün politikacıların, bütün idarecilerin bu güne kadar eğer öğrenmemişlerse ders alması gerekir bu sözden. Bir eliyle asasını tutmuş güç alıyor, bir elini açmış tokat misali savuruyor havada.
Ve donan fotoğraf karesinde el açılmış, bütün parmaklar açık, Rabia Ana’nın eli beş parmak, beş kardeşleri gösteriyor. Haddinizi bilin, sakının bu beş parmağı da açık elden. Dört olmuş beş geliyor. Ve halk istemiyor o kara yol projesini. Yalnızca Rabia Ana değil, çoğu AKP ye oy vermiş olan yöre halkı külliyen istemiyor. Canını dişine takmış direniyor. Bundan çıkarılacak çok ders var. Aklınızı başınıza devşirin. Bu hiçbir etki ve yönlendirme olmadan ortaya çıkan güçlü ve haklı bir başkaldırı, en güçlü devrimlerin kıvılcımı böyle çıkar ortaya.