Meral Akşener: "kimse Cayamaz. İstanbul Sözleşmesi Yaşatır. En Ufak Bir Tereddüt Yaşanmasın"
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ile dün akşam İstanbul’da öğrencilerle bir iftar yemeğinde bir araya geldi. Akşener, bir öğrencinin İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili sorusu üzerine “Kimse cayamaz. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. Mümkünatı yok, en ufak bir tereddüt yaşanmasın” dedi. İmamoğlu, İstanbul’un depreme hazırlıklı olup olmadığı sorusuna “99 depreminden bu yana 24 yıldır atılmış adımlara baktığımızda, aynı süratle gidersek, 80 senede İstanbul
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ile dün akşam İstanbul’da öğrencilerle bir iftar yemeğinde bir araya geldi. Akşener, bir öğrencinin İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili sorusu üzerine “Kimse cayamaz. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. Mümkünatı yok, en ufak bir tereddüt yaşanmasın” dedi. İmamoğlu, İstanbul’un depreme hazırlıklı olup olmadığı sorusuna “99 depreminden bu yana 24 yıldır atılmış adımlara baktığımızda, aynı süratle gidersek, 80 senede İstanbul’u dayanaklı bir şehir yapamayız. Onun için daha hızlı hareket etmeli, daha koordineli, daha kurallara sadık hatta ben diyorum ki yasa çıkartmalıyız” diye konuştu.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, dün İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile İstanbul Örnektepe Öğrenci Yurdu’nda öğrencilerle ile iftar yemeğinde bir araya geldi. Akşener ve İmamoğlu, öğrencilerin sorularını yanıtladı.
İMAMOĞLU: HER BİRİNİZİN TEK BİR OYU BİLE ÇOK ÖNEMLİÜLKEMİZ İÇİN
Bir öğrenci, öğrencilerin oy kullanmak için önce kayıtlarını okuduklarışehirlere, ardından uzaktan eğitime geçilmesiyle kendi yaşadıklarışehirlere aldırdıklarını ve yüz yüze eğitime geçilmesiyle okullarına döneceklerini belirtti. Bu konuda öğrencilere yönelik bir destek sağlayıp sağlamayacakları sorusu üzerine Akşener, oy kullanmalarını destekleyeceklerini kastederek, “Göndereceğim kızım” dedi.
İmamoğlu da deprem sonrası uzaktan eğitim kararına ilişkin “Gençler, yurtlarının parasınıödemişler, gençlerin bir kısmı ev tutmuş. Yani, bir şeyleri aslında toparlamışken, saçma sapan bir karar, dünkü karar da ‘İsteyen gitsin, yüz yüze eğitim alsın’, böyle çok garip bir karar. Bu esnada yaratılan kaos da aynen söylediğin gibi, kaydını alacaktı, almadı ya da aldı, kafa karışıklığı yaratıldı. Her sorundan sonra uzun bir süre eğitimlerin sıkıntıya uğratılması belki de en fazla kayba uğradığımız nokta. Eğitim, en çok fedakârlık yapmamız gereken alan iken hemen kısıtladığımız şey eğitim…Elimizden geleni yapacağız. Yapmalıyız da. Her birinizin tek bir oyu bile çok önemli ülkemiz için” diye konuştu.
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa’da odyoloji bölümü son sınıf öğrencisi, bebekler ve çocuklar için yapılması gereken işitme testleri randevularında sorunlar yaşandığını belirterek, Millet İttifakı’nın sağlık politikalarını sordu. Akşener, şu yanıtı verdi:
AKŞENER: TÜRKİYE’DE, SOSYAL ADALETİ SAĞLAYAN FIRSAT EŞİTLİĞİNİ SAĞLAYAN EĞİTİM, GİTTİ GÜMBÜRTÜYE
“Sizin gibi gençlere ‘giderseniz gidin’ demeyeceğiz. Biz yöneticiler, sağlığı, eğitimi, güvenliği bir rant aracı olarak görürsek ‘ört ki ölem’ demektir. Maalesef Türkiye’de, sosyal adaleti sağlayan fırsat eşitliğini sağlayan eğitim gitti gümbürtüye.
Sınıflar arası geçirgenliği sağlayan, yani Amerika’daki Amerikan rüyasını sağlayan şey, Cumhuriyet’in eğitime verdiği değerdir. Dolayısıyla, eğitimin içine tükürüldü ve bizzat, bilerek yapıldı bu iş ki vasatlık hakim olsun, sizin için umutsuzluk hakim olsun.
Sağlığın özelliği şu: Bakın, sağlık, eğitim, güvenlik, evet özel şirketler, özel gruplar çalışmalıdır, yapılmalıdır. Orada bir sakınca yok. Ama buradaki ana faktör devlet olmalıdır. Fırsat eşitliğini, sınıflar arası geçirgenliği bu sağlar.
“FIRSAT EŞİTLİĞİ SAĞLIKTA DA KARŞINIZA GELİYOR”
Sağlıkta da doktorlar itibarsızlaştı. 2002’de iş başına geldi arkadaşlar, sayın Erdoğan’ın o zaman bir sözü oldu, ‘Ben hemşirelere daha çok inanırım, iğnelerimi hemşirelere yaptırırım.’ Bakın, düşmanlaştırma üzerinden, hemşire ile doktoru karşı karşıya getiren. Böyle bir sistemin içinde ne beklersiniz? Saygı görmeyi beklersiniz. Tam tersi, ne yaptı? Bir de bu tarafı düşman hâline getirdi. Vatandaşı düşman hâline getirdi. Bunlar bedava, öyle rastgele yapılan işler değil. Şimdi, meşhur şehir hastaneleri. Devlet hastanelerinin büyük çoğunluğu kapatıldı, oralar özel sektöre devredildi. Devlet hastaneleri ve üniversite hastaneleri bilerek zayıflatıldı. Önce doktorlar, sonra sağlık çalışanlarının tümü, eczacılar. Yani, vatandaş ile birebir irtibatta olan ve vatandaşın, seçmenin, milletin en çok saygı gösterdiği insanlardan bahsediyorum. Vasatlığın öne geçtiği, liyakatsizliğin önde olduğu bir sistemin içerisinde o testin (işitme testi) çoğaltılması için, hele bu ucube sistemin içinde, ‘Haydi yapalım’ diye Sağlık Bakanlığı’ndan talep edecek insan kalmadı kızım. Asıl mesele bu. Buna bir bütün olarak baktığınızda, sırf sağlık üzerinden bakmıyorum, hepiniz üzerinden hepimiz üzerinden, bu birbirine bağlıdır. Dolayısıyla bunun öznesi nedir? Gerçekten hukukun üstünlüğüdür. Vatandaş olmanın sadece görevi yok, pek çok hakkı var, bunun yöneticiler tarafından bilinmesidir. Fırsat eşitliğinin sağlanmasıdır. Fırsat eşitliği sağlıkta da karşınıza geliyordur. Bu, birbirine bağlı bir hiyerarşidir. Onun için öncelikle liyakati, şeffaflığı, hesap verilebilirliği ortaya koymak zorundayız. Hukukun üstünlüğünü, adaletin tarafsızlığını ortaya koymak durumundayız.”
İmamoğlu, bir öğrencinin yaz döneminde gönüllü staj yapmak isteyen öğrencilerin konaklama ihtiyacıyla ilgili sorusu üzerine “Aslında staj imkanı sağlıyoruz. Kapasiteyi de yükseğe çıkardık. Bunu özellikle pandemi döneminde ben zorladım. Olabildiğince sayıyı artıralım diye süreç başlatmıştık. Gönüllü staj kısmını bir daha ele alalım. Seve seve böyle bir gereksinimi karşılamayı isteriz. Buraları boş durmasın diye açmadık” ifadesiyle yanıt verdi. İmamoğlu devamında şunları kaydetti:
İMAMOĞLU: TALİMATLA YANGIN SÖNDÜRÜLMEZ. BÖYLE BİR ÜLKE OLMAMALIYIZ BİZ. ZATEN DEĞİLİZ
“Oy meselesi, aslında bu ülkede sadece, söylediğin gibi, sayı meselesinin ötesinde başka yerde de duruyor. Onu da belirlemek lazım. O da ne? Devlet, hepimizin, mesela şu anda benden istediğiniz imkân, aslında senin ve sana sunulmasını istiyorsun. Sadece bunun gerekçesini oturtmamız lazım. Bizim de sorumluluğumuz o. Sizinle aslında, siyasi seçilmişler olarak, sizinle devletin arasındaki geçişi sağlayan, demokrasinin gereği olarak ve taleplerinizin karşılanabilirliğini bulmaya gayret eden kişileriz. O bakımdan, sizin olan imkânı size düzenli bir biçimde sunmak pozisyonu varken, şu an devlet şuna bürünmüş, devlet demeyelim, hükümet kavramı, sanki kendisine ait olan bir şeyi size lütufta bulunuyor. ‘Bak sana bunu verdim, oyunu da bana ver.’ Bu okulların hepsi sizin. Bu toprakların, bu memleketin her karış toprağı sizin.
Tabii ki bir eşitsizlik olduğunu düşünebilirsiniz. Serbest piyasa ekonomisindeyiz, ideolojik kavramlara girmeyeceğim. Ama şunu sağlayabildiğimiz takdirde bu ülkede, hak sizin, hak talep etmek hakkı da sizin, bizim de bunu en iyi sunma çabasını ortaya gösteren insanlar olduğumuzu bu ülkede bu milletin anlaması lazım. Lütufta bulunan insanlar asla değiliz, mucize yaratacak insanlar asla değiliz. Hepimiz diyoruz ki, 86 milyon insanı biz bu memleketin esas değeri ve güvencesi olarak görüyoruz. Ama bugün, bu hükümet diyor ki, ‘Her şeyi bilen bir kişi var. Biz o ne derse onu yaparız.’ Ve hatta ‘O derse yangın söndürürüz.’ Ne alakası var diyeceksiniz, İstanbul İtfaiye Dairesi var. Bir hastane yandı, hastaneye gidip söndürdü. Nerede yangın çıkarsa alarm çalıyor, itfaiye memurları koşarak oraya söndürmeye gidiyor. Devletin en yetkili ağızlarından birisi, ‘Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla yangını söndürdük’ dedi. Talimatla yangın söndürülmez. Böyle bir ülke olmamalıyız biz. Zaten değiliz. Ama bir ara verdik, kötü bir kâbus yaşıyoruz, ben öyle yorumluyorum. Ayılmamız lazım, uyanmamız lazım.
Hak ve özgürlükler yerine oturduğu zaman siz kendinizi bir sayıdan ibaret görmeyeceksiniz. Zaten görmemelisiniz. Öyle hissediyorsanız, Genel Başkanımın dediği gibi hepimizin kusura var. Bu kusuru bir an önce telafi edeceğiz, tedavi edeceğiz. ‘Hayır, siz güçlü bir bireysiniz. Hakkını, hukukunu savunan özgürlüğü olan, ifade özgürlüğü olan, yaşama dair hak ettiğini alabilen bir sistemin parçası olmanızı sağlamakla sorumluyuz. Ben, 14 Mayıs’ı onun için çok hayati bir seçim olarak görüyorum. Lütfen tüm bunları düşünerek karar almanızı sağlayın.”
İMAMOĞLU: ‘İSTANBUL’A HAZIRLIK YAPIYORDUK’ SÖZÜ, NE YAZIK Kİ KURMACA
Hatay’da ailesiyle depremi yaşayan bir öğrenci, İstanbul’un depreme ne kadar hazır olup olmadığını sormasıüzerine İmamoğlu, şunları söyledi:
“Şehirlerin yeniden yapılması, yeniden inşası konusu öyle akşamdan sabaha uydurma temel atma törenleriyle insanların gözünü boyamaya dönük atılacak adımlar asla değil. Kadim bir kent örneği Hatay, Antakya’sı ile Defne ile merkezi ve özellikle diğer ilçeleri ile Samandağ, İskenderun, Kırıkhan gibi çok özenli çalışma ve tabiri caizse bir yıkım yedik ve bunun sebebi biziz. Geçmiş zamanda yaptığımız hatalar, kurduğumuz kötü şehirler, yaptığımız yanlış binalar üzerinden insanlar canlarını ve yaşam alanlarını yitirdi. Şimdi bizim, en az önümüzdeki 100 yılın şehirlerini kurmamız lazım. 100-150 yıl yaşayacak kentler kurmamız lazım ve bir gerçekle beraber yaşıyoruz. O da deprem kuşağındayız. Her an, ülkemizin herhangi bir yerinde gerçekten benzer bir depremi yaşayabiliriz.
‘İstanbul’a hazırlık yapıyorduk’ sözü, ne yazık ki kurmaca. Ne yazık ki aldatmaca ne yazık ki hedef saptırmaca. Böyle bir şey yok. Tabii ki İstanbul için çalışıldı, ‘Hiçbir şey yapılmadı’ demiyorum, çalışılıyor da.
“AYNI SÜRATLE GİDERSEK, 80 SENEDE İSTANBUL’U DAYANAKLI BİR ŞEHİR YAPAMAYIZ”
99 depreminden bu yana 24 yıldır atılmış adımlara baktığımızda, aynı süratle gidersek, 80 senede İstanbul’u dayanaklı bir şehir yapamayız. Onun için daha hızlı hareket etmeli, daha koordineli, daha kurallara sadık hatta ben diyorum ki yasa çıkartmalıyız, bir canı bile feda edemeyiz artık afetlere. O bakımdan, devleti bütünleşik düşünüyorum, kamuoyunu bütünleşik düşünüyorum, sektörü bütünleşik düşünüyorum. Bütün bu bakış açısıyla memlekette çok kalıcı adımlar atmamız lazım.
İmar affı diye bir şey yaşadık. İmar affı ne, biliyor musunuz? Bu bina yanlış bir bina. Ruhsatsız, hatta yapılırken hiçbir mühendisi almamış. Örnek veriyorum. Çürük bir bina. Ama devlet diyor ki, ‘Sen bana para verirsen, senin binana belge vereceğiz ve belgen olacak.’ Yani devlet, devlet olarak da yanlış yaptık. Bu işi hafife aldık. Afetleri kolay unutuyoruz. Unutuyoruz. Bir süre sonra öyle bir şey yok gibi davranıyoruz. Acısı bizde çok kolay geçiyor. Geçmemeli. Bu depremde canımız çok acıdı ve bu acı hiç dinmesin. Dinmemeli. Ne zamana kadar? Bu memleketin tüm risklerini giderene kadar. Keşke ben diyebilsem ki, ‘İstanbul’da sorun yok.’ Öyle bir şey diyemem.
Bugün, sağlıklı bir planlama ile bu şehri 15-20 yılda çok dayanıklı, güzel hâle getirebiliriz. Ama öyle, Kanal İstanbul yaparak filan değil. Bu şehrin kalitesini bilerek, geleceğini iyi tasarlayarak yapabiliriz.”
AKŞENER: İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR
Seçimden sonra İstanbul Sözleşmesi'yle ilgili nasıl bir yol izleneceği sorulan Akşener, “Kimse cayamaz. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. Mümkünatı yok, en ufak bir tereddüt yaşanmasın” dedi.
Kaynak: ANKA Haber Ajansı