Kaya Çetin
Köy Enstitülerinin perde arkası
KÖY ENSTİTÜLERİ
Köy Enstitülerinin kuruluşunu Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç ile arkadaşlarının; hatta İsmet Paşa’nın kimliklerine bağlayanlar olduğu gibi; devletin yüreklendirmesiyle (özellikle İzmir’deki İktisat Kongresinden sonra) üretenlerin artı değerine el koyarak çevresindeki duvarları yükseltmeye koyulan kentsoylu sınıfının arayışlarıyla açıklayanlar da vardır.
Doğrusu, ilerici seçkinlerin gelişmelerdeki payını yadsımak olanaksızdır. Ancak hiç kuşku yok ki belirleyici olan başından beri ekonominin dizginlerini elinde tutan kentsoylu sınıfıdır. Çünkü artık yönetim ve karar erkini, bir daha bırakmamacasına ele geçirmişlerdir.
Bununla birlikte Köy Enstitülerinden beklentileri farklıydı. Onlar bir yandan kendi ideolojilerini köye taşımanın hesaplarını yaparken, bir yandan da anamal birikimine temel oluşturacak bir yapı arayışı içindeydiler. Öbür dünyayı kullanarak bu dünyada belirleyici olmaya başladıkları halde, o günkü çıkarları, demokratik ve laik açılımların yanında görünmelerini gerektiriyordu. Ancak hesapta olmayan gelişmeler yaşanmış; Köy Enstitüleriyle birlikte ivme kazanan aydınlanma devinimi, erkteki kentsoylu sınıfının beklentilerini aşmıştır. Sonuçta, erktekilerin istenciyle kurulan Enstitüler; erktekilere rağmen Anadolu insanının dünyasını değiştirmeye koyulmuştur. Hasan Ali Yücel ve Tonguç gibi ilerici seçkinlerin Köy Enstitüleri deneyimindeki yerini burada aramak gerekir.
Tonguç’ un değerlendirmesi o döneme ışık tutuyor:
“Biz, köyün bu güne kadar yüzüstü bırakılmış üstün yetenekli çocuklarından, kendi köylerinde bütün köylüye faydalı ödevler gören; az da olsa onların yaşayışlarını değiştiren; kaderini, köyün, köylülerin kaderiyle birleştiren on bin insan yetiştirelim ve bunlar köylerde birkaç kuşak yetiştirsinler; işte o zaman bu kuruluşu değiştirmek isteyecek kuvvetlerin karşısına onbinler, milyonlar çıkar; bir genel müdür, bir milli eğitim bakanı, bir başbakan koltuğunda rahat ve iş görmeden oturamaz.”
Kuşku yok ki Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç, kendilerini insanlaşma ve aydınlanmaya adayan bir avuç aydınla Köy Enstitülerinde bu fikirlerini uygulamaya yönelmiş ve erktekilerin öngörülerine uymamak gibi bağışlanmaz bir suç işlemişlerdir. Türkiye’nin efendileri, bu büyük suçun yaptırımını uygulamaya koymakta gecikmediler.
17 Nisan 1940 ta açılarak kısa sürede, devlete fazlaca yük olmadan kurulan 21 köy enstitüsünün ortadan kaldırılmasına karar verildi. Burada, köy enstitülerini yaşama geçiren küçük burjuva aydınların, “Atatürk döneminin hâlâ sürdüğü ve kendilerinin de erki paylaştıkları” sanısına kapılarak; Türkiye’yi (ve elbette dünyayı) yöneten asıl gücü yeterince dikkate alıp almadıkları konusundaki bilgisizliğimi belirtmek isterim.
1940 lı yıllarda köylü nüfusun % 80 in üstünde ve okur-yazar oranının da % 20 dolayında bulunduğu biliniyor. Enstitüler, kuruldukları yörelerde, ilkel yöntemlerle tarım ve hayvancılık yapan insanların hayranlıkla izledikleri, iyelenip yardımcı oldukları çalışmalarla beş altı yıl içinde, yapılarıyla, reviriyle, işlikleriyle, meyve bahçeleriyle, modern tarım araçlarıyla ve kuşku yok ki katılımcı işleyişiyle halka örnek ve umut oldular. Köyün, eğitim, sağlık, tarım, hayvancılık, yapıcılık, balıkçılık, el sanatları... gibi gereksinimlerini çözümleyecek insan gücünün –köylünün kendi içinden- yetiştirilmesi; sonuç olarak köyün geliştirilmesi ve modernleştirilmesi amacına yönelerek kısa zamanda son derece başarılı çalışmalar yaptılar. Okuma olanağından yoksun onbinlerce köylü çocuğu, bu kurumlarda uygarlıkla, bilim ve sanatla tanışma, yeteneklerini geliştirme olanağını buldu. 1947 yılına kadar Köy Enstitülerini bitiren 15 bin dolayındaki öğretmenin görevlerine başlamalarıyla birlikte, köylerde okul sayısı da, okur-yazar sayısı da hızla arttı. Öyle ki ilkokullardaki öğrenci sayısı on yıl içinde 380 binden, 1 milyon 360 bine yükseldi. Köy Enstitüleri, köyün canlandırılması ve Anadolu aydınlanmasındaki kilometre taşlarından biri olarak tarihteki yerini aldı. Mehmet Başaran’dan Fakir Baykurt’a, Adnan Binyazar’dan Ümit Kaftancıoğlu’na, Talip Apaydın’dan Osman Bolulu’ya... adlarını burada sayamadığımız nice yazın adamı, sanatçı, düşünür, bilim adamı... Köy Enstitülerinin ülkemize armağanıdır.
Ümit Kaftancıoğlu’nun, ‘Dönemeç’ öyküsünde “...İlkokula gidecek giyimim yoktu. Diz boyu, adam boyu karı yalınayak çiğnedim. Üstelik karnım da açtı... dört arkadaş Cilavuz’ a yaya gittik. İki günlük yol... insan olduğumuzu orada anladık...” sözleriyle betimlediği destansı gerçek, onbinlerce Köy Enstitülünün yaşamından bir kesit olarak düşünülmelidir.
Aydınlığın düşmanları, önce Köy Enstitülerinin ilerici özüne ve demokratik niteliklerine saldırdılar. Tonguç’ un geliştirdiği “İş içinde, iş aracılığıyla, iş için eğitim” ilkesi hedef tahtasına yerleştirildi. Üretime dayalı eğitimle, öğretmen ve öğrencilerin demokratik işbölümü ortadan kaldırıldı. Enstitüler klasik öğretmen okullarına dönüştürüldü. 9 Mayıs 1947’de bir genelgeyle Enstitülerde kız ve erkek öğrencilerin bir arada eğitim görmeleri yasaklandı, 20 Mayısta başka bir genelgeyle öğrencilerin ‘kendi düzeylerine uygun’ kitaplar okumaları öngörülerek Hasan Ali Yücel’in girişimiyle dünya klasiklerinden yaptırılmış çeviriler kitaplıklardan toplatılarak yakıldı ve iş eğitimine son verilerek 1948 de köy enstitüleri fiilen kapatıldı. Tüy dikme onurunu, milletvekillerine “Siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz!” diyen Menderes hükümeti üstlendi. 20 Ocak 1954 tarihli meclis oturumunda Köy Enstitüleri üzerinde söz alan Rize Milletvekili Ahmet Morgil’ in; “...İşin daha feci tarafı, bir verem mikrobu gibi daima zaif ve buhranlı bünyeleri arayan sol cereyanları da maalesef birçok yerlerde bu müessesenin bünyesine sokulmak istenmiştir...” sözlerinden sonra önerge aleyhinde söz alan olmadı ve yapılan oylama sonucu 1947’den başlayarak içi boşaltılmış olan Köy Enstitüleri, öğretmen okullarına dönüştürüldü.
20 Mayıs 1948’de açılan imam-hatip kurslarıyla işe girişip günümüze gelinceye kadar temel eğitim haline getirdikleri imam-hatip okullarında milyonlarca Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı yetiştirildi. Devletin şemsiyesi altında büyütülen irtica 4 Temmuz 1993 te Sivas’ta denetimden çıktı; şimdi de ülkeyi yönetiyor.
Köy Enstitüleri deneyimi, emekten yana düzenlemelerin, ancak emekçiler öncülüğünde ve demokratik bir işleyiş içinde başarılabileceğini kanıtlayan somut bir örnektir.