Kafka ve Dostoyevski'nin karamsarlığı içinde Turner ve Ayvazovski'nin aydınlığı: Marmaris
TBMM tatile çıktı bile. Kimbilir hangi milletvekili, hangi dünya güzeli koyun bir köşesinde ya kitabını okuyor, denizine giriyor uslu uslu, kimi de gözüne kestirdiği bir arsanın üzerine kuracağı yazlığının hayalini kuruyor. Talan ekonomisinin Meclis’e yan
Bazen insanın her şeyi bir kenara koyup, öylece pencereden gökyüzüne bakası geliyor. Ülkenin geleceği, çocuklarımıza nasıl bir ülke bırakacağımızın endişesini düşünürken, bu arada devlet cadı avına başlamışken, gidip Akdeniz, Ege sahillerinden birinde sırtını güneşe verip masmavi sulara bakarak geleceğe yönelik hayalle dalmak.
Sorunu sırtınızda taşıdığınız için, nereye sığınırsanız sığının, akıldan söküp atmak mümkün değil, ama izbe bir odada, güneşi bile istemediğiniz bir alacakaranlıkta sıkıntıların daha da arttğını düşünürseniz, gerçekten alabildiğine bir maviliğe bakmak hoş olabilir. Bu mavilik Turner ya da Ayvazovski'nin hırçın denizlerine benzemeyen, dingin bir mavilik, bu yüzden de insanı rahatlatıyor.
Küçük mekanlar bulup insanın kendisini attığı, bir köşe bulup orada kendiyle ve yakınlarıyla bir Dostoyevski romanının karanlığı ile, Ege’nin mavi aydınlığı arasındaki kontrası yaşaması, Kafka romanlarındaki absürdlük gibi de olsa, yaşamaya değer kısa bir an.
Ankara ve İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin her noktasında insanın üstüne üstüne gelen karanlıktan bir nebze olsun kaçmak için, bir hafta belki de on gün bir soluk almak, yeniden umutlanmak için müthiş bir fırsat.
Zira üç beş ay sonra yeniden bir kaosun içine gireceği neredeyse kesin olan bu güzelim ülkenin güzel bir noktasında kafayı biraz olsun dinlemek herkesin hakkı. Başta da beynini geleceği ile orantılayarak yaşamak zorunda olan insanların.
Bir ara Çarşı grubuna hayran bir arkadaşımın Ankara Ayrancı’da açtığı küçük “unlu mamüller” mekanını yazmış, “neden burayı daha önce keşfedemedim” diye hayıflanmıştım. Şimdilerde aynı mekanda satranç oynayanları gördükçe daha bir mutlu oluyorum. İnsanların birbirine yakınlığı, sohbetlerin kimi zaman kahkahalarla kesildiği, ama endişenin “kuşku çağı” korkunçluğuyla alaca karanlıkla birlikte çökmesi mutlaka yaşanıyor.
Tıpkı Çarşı Unlu Mamüller’i keşfettiğim gibi, bu kez de Marmaris’in Selimiye Köyü’nde “Beyaz Güvercin Otel” diye bir yeri keşfettim bu yaz.
Bir rastlantı sonucu oldu. Reklam amacıyla böyle şeyler yazmam, ancak etkilenmem gerek. Yoksa Los Angeles’teki Beverly Hills’te bulunan Hotel Nikko’yu da yazarım rahatlıkla, ama etkilenmedim oradan.
Beyaz Güvercin Otel’in farkına varmama, Kültür Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü’nde birlikte mesai yaptığım bir arkadaşım neden oldu.
Resimlerini aşağıda bulacaksınız zaten. Diyebilirsiniz ki, Türkiye’nin “aydınlık” sahillerinin çoğunda bu tür bir yığın yer var.
Doğrudur, ama burası başka türlü etkiledi beni. Dedim ya, Kafka ile Dostoyevski karanlıklarının orada aydınlığa ulaştığını farkettim sanki.
Beyaz Güvercin Otel’in fiyatları uygun, denizi muhteşem, doğa güzellikleri bulunmaz nitelikte, otelin hizmetleri dört dörtlük, odalar çok konforlu falan filan yazmayacağım. Bunlar giderseniz göreceğiniz ve karar vereceğiniz şeyler. Zaten böyle bir şey yazmam da buram buram reklam kokar. Oda sayısını bilmiyorum, kaç personel çalışıyor zinhar haberim yok, yöneticileri bile kim haberim yok. Bir tek halkla ilişkiler müdiresi genç, enerjik bir bayan var tanıdığım, soyadını bile bilmediğim Aylin hanım.
Kimse benden bir şey rica etmedi, yaz demedi, tanıt demedi.Zaten bu benim üslubuma da uymazdı, yazarlığıma da.
Sözünü ettiğim yalnızca bir an her şeyden uzaklaşılabilecek bir dinginliğe kavuşmak. Kalabalık yerlerden hoşlananlar, böylesine doğallığın ve dinginliğin içinde sıkılabilir bile. Bu, sıkıntıları da artırır. Hatta kimi zaman hüzünü de artırır. Bunu da eklemek zorundayım.
19. Yüzyıldaki tozlu roman sayfalarında yaşamayı daha çok seven biri olarak, Bodrum’a her tatile gittiğimde koşarak Ankara’ya dönen Brugher resimlerindeki küçük adamlar gibi huzursuz birini alıp tam Salvador Dali tablolarının ortasına koydu.
Bu yeterliyse, bir deneyin derim.
Belki sizler de Guvernica’nın yarattığı savaş huzursuzluğundan kendinizi kurtarır, Turner’in ya da Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün duvarlarını süsleyen Ayvazovski’nin hırçın deniz tablolarına kendinizi bırakırsınız.
Elimde bir tek Aylin hanımın iş telefonu var: 0252 4464274