Kadınım, yerim belli değil

Cumhuriyet döneminin ilk yıllarındaki kazanımları teker teker elinden alınıyor Türk kadının. Kocaya ve eve bağlı hale getiriliyor. Üretimden el çektiriliyor. Zayıf halka olarak toplumun yapı taşları arasına yerleştiriliyor ve bir koptuğunda zincirleme felaketler dizisi ortaya çıkıyor.

Türkiye bir çok alanda dünya birincisi. Pahalılıkta en önde gidiyoruz. Petrol sıkıntısı çekmeyen Norveç’in de önünde dünyanın en pahalı benzinini kullanıyoruz. Norveç’in kişi başına düşen milli geliri 100 bin doların üzerinde, bizimki uyduruk bir on bin dolar civarında. Uyduruk, zira benim gibi evinde oturanın milli geliriyle zenginlerin, mafya babalarının, borsa vurguncularının milli gelirden aldığı pay aynıymış gibi gösteriliyor. Benimki sıfır iken, vergiden neredeyse muaf tutulan futbolcuların yıllık gelirleri 300 ila 500 bin dolar arasında değişiyor.

Ama konum bu değil. Benim konum Türkiye’nin yine dünya sıralamasında birinciliği kimseye kaptırmadığı, “kadına şiddet”. Gün geçmiyor ki bir veya birkaç kadın öldürülsün. Öldürenler ya sevgili, ya boşanmış koca, ya kıskanç koca ya da batasıca törenin maşası aileler.

Tutuksuz yargılandıkları bile oluyor bu hayasız, alçak heriflerin. Bırakın tutuklamayı, mahkemeye kravatını takıp, boynunu büktüklerinde ceza indirimi alıyorlar. Hele bir de, “beni aldatıyordu,” yalanının arkasına sığınırsa, hakim “nereden anladın seni aldattığını,” diye sorma zahmetine bile girmeden cezasını indiriyor.

Parasız eğitim için pankart asan çocuklar yirmi yılla yargılanırken, kadını öldüren koca, sevgili, aile ferdi türlü indirimden yararlanarak en fazla bir iki yıl içinde paçayı kurtarıyor.

Bu da diğer cinayetlerin önünü açıyor. Giden gitti, geri dönüşü yok, ama nice canlar da korku içinde soluk alıyorlar, bir gün namlunun ucunda, bıçağın kıyıcığında olacaklarını düşünerek.

Koruma evleri yapıyor devlet, korumasızlıktan daha da beter. “Ben buradayım” ilanları veriyor gazetelere. İşçi arıyor, ilan veriyor, tadilat yapılacak ihaleye çıkıyor. Ne o, gizliyor insanları güya, katillerinden koruyor.

Cumhuriyet döneminin ilk yıllarındaki kazanımları teker teker elinden alınıyor Türk kadının. Kocaya ve eve bağlı hale getiriliyor. Üretimden el çektiriliyor. Zayıf halka olarak toplumun yapı taşları arasına yerleştiriliyor ve bir koptuğunda zincirleme felaketler dizisi ortaya çıkıyor.

Dünyanın kadın hakları konusunda en erken davranan ülkelerinden biri olmamıza karşın, bugün geldiğimiz nokta, Türkiye cumhuriyeti ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kesimlerin ikinci sınıf vatandaş olmasının yanı sıra, kadın olarak bir de bunun üzerine yobaz takımının baskısı binince, üçüncü-dördüncü sınıf vatandaş haline geliyoruz, getiriliyoruz.

Kısa gelecekte bu sorunun çözülmesi konusunda pek umut yok. Tek çare kadın kollarının, kadın hareketinin sesini daha da yükseltmesi ve kadının bir “meta” olmaktan çıkarılması.

Bu konu, kız çocuk sahibi bütün ailelerin geleceği için de kaçınılmaz bir mücadele. Kendileri için gecikmiş bir kaliteli yaşam standardını, çocukları için sağlamakla yükümlüler.

Bunlar, facebook sayfalarında ağlayarak, sağda solda “kokoş” gibi gezerek, altın günleri düzenleyerek, kına gecelerinde göbek atarak olmaz.

Kendi hakkını kendisi savunmalı Türk kadını. Atatürk böyle isterdi.
 
 
 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar