Av.Sibel Sevinç
İKİZ YASALAR ve BÖLÜNME SÜRECİ
İkiz yasalar kendini “halk” olarak tanımlayanların kendi kaderlerini tayin hakkı olarak geçen plebisit hakkı da dediğimiz hakkın kullanımını onaylayan yasaların ta kendisidir.
Hukuk platformunda ve akademik dilde Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi olarak adlandırılan bu yasaların ne anlama geldiğini özellikle Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmez bütünlüğü kapsamında değerlendirmekte şu aşamada siz okuyucularımla paylaşmakta fayda görüyorum.
Zira yurdumun “tatlı su solcularının” halkların kardeşliğini kalleşliğe çevirecek olan bu yasaları bildiğini bile düşünmüyorum.
Kürdistanın kuruluşunda rol oynayan bu yasalar çerçevesinde en önemli 2 adım yakın tarihte atılmıştır. Bunlardan ilki 34 yıl boyunca masada bekletildiği halde 2000 yılında Ecevit, Bahçeli ve Mesut Yılmaz'ın olduğu hükümet döneminde imzalanmıştır. Ancak uluslararası bir sözleşmenin imzalanması yeterli olmadığı için yine tozlu raflarda yerini alan ikiz yasalar için 2.adım 2003 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümeti döneminde iç hukuka uygunluğu TBMM’de onaylanarak kabul edilmiştir.
Artık ikiz yasalar iç hukuktan üstün ve hatta Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile çelişmesi halinde Anayasayı tanımayan bir hal almıştır. Bu durum sadece ikiz yasalar için değil tüm uluslar arası sözleşmelerin TBMMde iç hukuka kabul kararı verilmesiyle gerçekleşmesi gereken yegane kuraldır. İkiz yasalar bu nedenle yürürlüğünü 2003 yılında kazanmıştır. İkiz yasalar; HALKLARIN KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKINI tanıyan ve kabul eden sistemi dünya kamuoyunda yasal zemine oturtmuştur. Bu nedenle halkların kardeşliği gibi bir takım söylemlerle özerklik yönetiminin önü açılmaya çalışılmakta sivil itaatsizlik hatta çatışma bu kaderin tayininde rol oynamaktadır.
8 Haziran 2011 de Ahmet Türk; “Demokratik özerklik dünyanın her yerinde merkezi hükümetle anlaşarak sağlanır. Devlet kürtlerin haklarını görmezden gelirse kendimizi yönetme mücadelesi veririz.” diyerek asıl niyeti ortaya dökmüştür.
Etnik kökene dayalı siyaset elbette emperyalizme yarayacak en önemli detaydır. Banu Avar'ın deyimiyle mikro milliyetçiliğin başgöstermesi pek çok sivil toplum örgütünün andımız kaldırılsın gibi buna benzer pek çok kampanya bu ayrışımın fitilini ateşlemiştir. Ulus devletten vazgeçiş için Türkiyenin parçalanması için lazım gelen çatışma buna dayanmıştır. Yeni anayasa çalışmalarında Anayasa Prof. Ergun Özbudun; Devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünün ortadan kaldırılmasını teklif etmiş dahası Tüsiad gibi ülkenin geleceğinde rol oynayan kuruluşlar bir deklarasyonla yayınlamaktan onur duymuşlardı.
Oysa ki bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin doğusunda yer alan ağalık ve aşiret sistemine hayır demeyen bu çok halkçı mümtaz(!) şahsiyetler özgürlük naraları atan kişilerin ta kendileridir.
GELELİM İKİZ YASALAR BOYUTUNA;
Türkiye ikiz yasalar ile Birleşmiş Milletler'e karşı firari olmaktan vazgeçip teslim olmuştur. Buna göre bazı ana başlıklar ve başımıza gelecekler şöyledir;
1. Kürtlere self-determinasyon yolu: BM sözleşmelerinin 1. maddesinde ''Tüm halklar self-determinasyon hakkına sahiptir. Bu hak ile siyasal statülerini ve ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini serbestçe tayin edebilirler" ifadesi ile plebisit yani kendi kaderini tayin hakkı, özerklik talebi gibi sayılabilecek toprakların bölünmesine cevaz verecek anlaşma sağlanmıştır.
2. Şimdilerde “anadil” kavramı hususunda bir sorun kalmadı belki ama temeli yine bu ikiz yasalara dayanmakta olup adım adım bizi nereye götürdüğünü göstermekte fayda sağlayacaktır.Buna göre;
Sözleşme, düşünceyi ifade ve her türlü araç ile yayma özgürlüğünün hiçbir şekilde kısıtlanamayacağını hükme bağlıyor. Sözleşme, mahkeme önünde ifade veren yurttaşların kendi durumlarını anlatma konusunda sıkıntı çekmeleri durumunda kendi ana dillerinde tercüman aracılığıyla ifade vermelerini öngörüyor.
Görülen o ki proje devam ediyor hatta o günlerden kalma İstanbul Barosu'nun bildirisinde en çarpıcı bölüm şöyledir;
Anayasa'nın 90. maddesi karşısında, TBMM kararıyla onaylanan bu sözleşmelerin "Türk kanunlarını değiştirici" özellikleri olacak, "iç hukukun bir parçası" kabul edilecek ve diğer yasalardan farklı olarak "Anayasa'ya aykırılıktan dahi ileri sürülemeyecek"tir.
Nitekim, onaylanan bu sözleşmelerin 2. maddesine göre; "Sözleşmede tanınan hakları kendi mevzuatında veya uygulamasında henüz tanımamış olup da bu sözleşmeye taraf olan devletler, kendi anayasal usullerine ve sözleşmenin hükümlerine uygun olarak, sözleşmede tanınan hakları uygulamaya geçirmek için gerekli olan tedbirleri ve diğer önlemleri almayı taahhüt ederler."
Üstelik, bu sözleşmeleri onaylayan TBMM'nin daha sonra bu sözleşmelerin içeriğini değiştirme olanağı da yoktur.
Ayrıca, Anayasanın 15. maddesinde; savaş, seferberlik, sıkıyönetim gibi olağanüstü hallerde dahi bu sözleşmelerde yer alan "hakların" kısıtlanamayacağı öngörülmüştür.
Bu sözleşmelerde yer alan ortak hükümle, BM bünyesinde oluşturulacak komisyon ve komiteler, Türkiye'de denetim yapma ve iç işlerimize doğrudan müdahale etme olanağına kavuşuyorlar.
YANİ DOSTLAR,
HALKLARIN KARDEŞLİĞİ SÖYLEMİ İLE BAYRAKLARIMIZIN İNMESİNE KADAR OLAN SÜREÇTE SİVİL İTAATSİZLİĞİ, ÇATIŞMA ORTAMINI VE MEHMETÇİĞİMİZİN SİNDİRİLMESİNİ DE BİRLİKTE DÜŞÜNDÜĞÜMÜZDE CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİM SÜRECİNDE YA BAŞKAN SEÇİP BÖLÜNECEĞİZ YA DA CUMHURBAŞKANI SEÇİP DİRENECEĞİZ.
ANCAK FİKRİMİ SORARSANIZ,
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ALTIN VURUŞA HAZIRLANMAKTADIR!