İbrahim Karamemet
Gecikmiş bir özür ve merhaba...
Geç de olsa önce bir Merhaba diyeyim, sizlerden özür dileyeyim istedim. Merhaba.
Bu yıl ya 20 Mayıs, ya 21 Mayıs’tı, tam anımsıyamıyorum. Mümtaz İdil telefon etti. Sevgili Mümtaz İdil’in bende yeri başkadır. Hiçbir dostumun yarenliğine uymaz aramızdaki yakınlık. Öyle sık sık biraraya gelmeyiz hani, bir kaç yıldır da yüz yüze görüşmedik ama, yüreklerimiz neredeyse beraber atar. Arada telefonlaşırız, yazılarını yorumlarız. Daha çok ben açarım telefonu, sağlığını merak ederim. Çünkü, sağlığına hiç dikkat etmez. Varsa yoksa işi gücüdür aklındaki. Gerekirse yemeden, içmeden, uyumadan günlerce çalışır. Sonunda kendini koluna serum bağlanmış bulur. Kilosu varsa yoksa 43-45 tir ama, değme pelvandan daha yiğittir Ahmet Mümtaz.
Telefonda merhaba bile demeden ki, çok nazik biridir hiç böyle birşey yapmaz, İbrahim köşe yazarı oldun, yazılarını bekliyorum, dedi. Apışıp kaldım. Dur yahu ne köşesi, ne yazarlığı, saçmalama Mümtaz haddim değil falan dediysem de beni dinlemiyor. Israr ediyor. Bir itirafta bulunuyorum, ben tembel birisiyim, unumu elemis, eleğimi duvara asmışım. Bu yaştan sonra bu sorumluluğa giremem falan diyorum ama, dinlemiyor. Sinema ve tiyatro edindiğim birçok mesleğimden en önde gelenleri. Uzun yıllar sanat eleştiri ve incelemeleri yazdım ama, köşe yazarlığı başka bir şey. Fakat Mümtaz’cığımı da kıramıyorum, nasıl ikna edeceğimi de bilemiyorum. Giriştik bir pazarlığa. Al takke, ver külah en sonunda şu minvalde anlaştık. Bak dedim, sadece sanatla ilgili yazılar yazarım, başka sorumluluğa girmem. Canım istediği zaman yazarım. Bilgisayarla, yazı tape etmekle aram çok hoş değil, son birkaç yıl öncesine kadar bilgisayarım bile yoktu. Cep telefonu edinmem şurda 6-7 yılı geçmez. Çocuklar dalga geçiyordu benimle. Eğer zaman ayıracak, iyice redakte edeceksen yazarım, Türkçe konusunda iddialı olan beni ele güne rezil etme, dedim. Tamam dedi. Yaz, ne yazarsan yaz. Haydiii.. Al başına bela.. Tabii Mümtaz o kadar işinin gücünün arasında ilk yazım hariç benim yazılarımı düzeltmeye vakit bulamadı. Beni saldı çayıra, dedi mevlan seni kayıra. Ol nedenle makalelerim yazım hatalarıyla dolu, hepinizden özür dilerim.
Aslında ben aklımca bir cinlik yapmıştım. En yakın dostuma kazık atmıştım. Sanat yazıları yazarım dedim, çünkü daha Mayıs ayındayız. Önümüz yaz. Niyetim, Ekime kadar işi sallamak. Sanat sezonu açılınca da birkaç yazıyla işi geçiştirip, küllendirmekti. Ama ahh, kader işte beni bu kötü yola düşürdü. Ertesi gün Beyoğlu’nda aylak aylak dolaşıyorum, bir bez pankart çıktı karşıma. Jak İhmalyan sergisinin duyurusu. Sergi 24 Mayısta. Bak, işte bu çok önemli. Jak İhmalyan dünyanın sayılı ressamlarından ama, bizde çok az insan tanıyor, biliyor. Hah işte dedim bu kaçırılmaz. Hem Mümtaz’ın gönlü olur, hem de ben yaz sonuna kadar rahat ederim…
Sen misin bunu diyen?..
24 Mayısta sergiye gittim. Muhteşemdi. Meğer üstadın Türkiye’de ne kadar çok resmi varmış.. Bizde de az marjinal yokmuş haa… Hep duyardım da hiç resmini görmemiştim. Meğer öyle böyle değil, ne kadar usta bir ressammış. Bu değeri ülkesinden kaçırmayı ancak Muhteşem Türkler başarabilirdi, başarmışız. O günden bu güne bir düzineyi aşkın makale yazdım ama, bence hiçbiri önemli değil. Benim yazdıklarımı benden iyi yazacak çok adam var. Benimkisi bir görev sorumluluğu. Ancak iyi kötü yazılarımı okuyan küçük bir okur grubum oluştu. İçlerinde eğer Jak İhmalyan ile ilgili yazımı okumayan varsa ısrarla öneririm, lütfen okuyun. Benim yazı listemin ikinci sayfasında, yukarılarda bir yerde. Jak İhmalyan çok önemli bir ressamımız. Dünya çapında. Hepimizin bu değerimizi tanımamız, bilmemiz gerek. Hem benim Haberartıtürk’de ilk yazım. Başlığı “Memleketine Hoş Geldin Jak”.
Neyse, yazıyı gönderdim. Mümtaz eksik olmasın yazının orasını burasını çekip çevirdi, düzeltti biraz ve 25 Mayıs’ta yayınladı. Hani adettir önce bir Merhaba yazısı yazılır, iyi kötü kimim neyim tanıtılır ama, bunu yapamadık. Çünkü, Jak İhmalyan çok önemliydi ve bir an evel yayınlanmalıydı. Hele sonra yazarız dedik, o gün geçiştirdik. Derken 30 Mayıs’ta geç vakit bir dosttan telefon geldi. Taksimde birşeyler oluyor galiba dedi. Ertesi gün 31 Mayıs 2013.
Evet, bu 31 Mayıs 2013 yirmibirinci yüzyılda yalnız Türkiye’nin değil; dünyanın değişiminin ve yeni bir çağın, yeni bir anlayışın başladığı tarih. Bütün dünyanın bir numaralı gündemine oturması da bundan. Yoksa daha hala öyle kara kaşımıza, kara gözümüze pek metelik veren yok aslında. 20. yüzyılın başında Kurtuluş Savaşı ile ve 21. yüzyılın başında da, Gezi Direnişi ile bu yüzyılların değişim kapısını biz Türkiyeliler açtık. Ne mutlu bize.
Ve o günden sonra bana birşeyler oldu. Hani ben göya bu yazı tembel aylak geçiştirecektim, sonrasında sırf Sevgili Ahmet Mümtaz İdil dostumu kırmamak için birkaç yazı yazacaktım ya.. Hiç de öyle olmadı. Ne demişler, büyük lokma yut, büyük konuşma. Aynı Recep Tayyip Erdoğan’ın havalanması gibi bana da bir havalar geldi. Tutamıyorum kendimi. Bazen yirmidört saat, bazen kırksekiz saat Gezi’de nöbet, sonra yarım gün ara. Biraz kestirip bilgisayarın başına oturup yazıyorum. İçim içime sığmıyor, beynim karıncalaşıyor, taşıyor yüreğim. Aynı birileri gibi ama, çok şükür aksi yönde ve takdir sizin ama daha aklıselim içeren bir “mania” nöbetindeyim sanki. Ve Allahın seni bildiği gibi yapsın Mümtaz İdil, bu yazma “mania” sını üzerime sen yapıştırdın.
Ama artık biraz durulacağım, asıl misyonuma, sanat eleştirmenliğine yöneleceğim. Dün Genco Erkal’ı seyrettim. Aslında onu yazacaktım. Bir de Dikili’deki karikatür toplatma rezaletini ve AKP ilçe başkanının ağzından dökülen incileri. Ama geç de olsa önce bir Merhaba diyeyim, sizlerden özür dileyeyim istedim.
Her ne kadar sürçü lisan eylediysek affola. Niyetim, artık kendi konularıma dönmek ama, bilmem ki bu kararımı tutabilecek miyim. Ortalık bir hayli karışık Baksanıza Dünya Barış Gününde savaş tamtamları çalıyor birileri. Ve sonbahar çok şeylere gebe. Çevremizdeki manyaklıklar beni gene bir “mania” nöbetine sürükler mi bilemiyorum.
Artık başa ne gelirse çekeceğiz. Hepinize benim yazım hatalarıyla dolu yazılarıma tahammül ettiğiniz için teşekkür ederim.
Hepinize selâm olsun.
Merhaba.