Erkekliğin yüzde doksanı kaçmaktır
Doğarken ülkeni, aileni, dinini, cinsiyetini seçmiyorsun.
Yaşayarak kendini seçiyorsun.
Siyasi görüşünü, hayat felsefeni, yaşam tarzını kendin tercih ediyorsun.
Şimdilerde en çok sorulan soru; “Kendi seçimlerimizle huzur içinde özgür ve eşit hayatlar yaşayamayacak mıyız?”
İllaki bir görüş bildirecek, bir taraf olacak, bir amaca hizmet mi edeceğiz.
Yok öyle kenara çekilip, kendi halinde mutlu, sakin yaşamak.
Çünkü bir biçimde seni de etkiliyor tarafların yarattığı keşmekeşlik… Yaşam alanını, alanındaki hürriyetini ve haklarını.
Tarafsız, sıradan belki çekimser ama kendi seçimin olan sakin huzurlu hayatlar hayal oluyor sanki. Ruhu hep yorgun düşüren bir havası var yaşamın…
Sağduyulu akılcı davranmamızı engelliyorlar.
Huzur, özgürlük, adalet karaborsa mı olacak yeni nesliler için?
“Allah’ım bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirme, değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etme gücü ver.” Şimdilerde en çok edilen dua da bu.
Her şeyi bir kenara koyun, sadece çocuk olmak, kadın olmak veya bedensel olarak güçsüz olmak yetiyor her koşulda her yerde hırpalanmanıza, yok sayılmanıza.
Sosyal, siyasi ve maddi konumu kuvvetli dostları, arkalarında güçlü dayıları olmayan milyonlarca insan gözünüzün önünde eziliyor.
Sadece ekmek değil artık aslanın ağzındaki…
Birilerinin yaşam hakkı yok sayılabiliyor. Hukuk, adalet gibi en temel kavramların işleyişi bile bir gecede değişebiliyor…
Sadece “insan” olmak artık hiçbir şeyi hak etmene yetmiyor, kimse kendi başına gelene dek olup bitenlere ses çıkarmıyor, seyirci kalıyor, herkes kendi kötüsünü koruyor…
İçinde yaşadığın toplum, gün be gün sadece rezalet tabloları ve derin endişe, gelecek kaygısı sunuyorsa; “vazgeçmenin” tam zamanı mıdır yeni bir yıl başlangıcında?
Yoksa kendi tekeline sunulmuş bir ömrü, insanca yaşamak adına illaki mücadele etmek zorunda bırakıldığını anlamak mecburiyeti midir yeni bir yıl başlangıcı?
“Kaçanın anası ağlamazmış”, çok doğru söz, bir benzeri de şöyleydi yanılmıyorsam, “Erkekliğin yüzde doksanı kaçmaktır”, ya kadınlığın?
Eee bu durumda “en iyi yol vazgeçmek” diyenlerin yüzdesi kaçtır acaba?
Bütün pisliklerin, suçların üstü sanki battaniyeyle örtülerek saklanmaya çalışılıyor, hep bir paranoya hali sinmiş üstümüze.
Kimin eli kimin cebinde, kim kimdir, nereden hangi rüzgâr esecek, şimdi ne olacak diye bekleşir oldu insanlar.
Oluşacak her değişimin kendi sıradan hayatını nasıl etkileyeceğinin hesabını yapmaktalar.
Her insana “al nasıl istersen öyle harca” diye verilmiş hayatın, bu kadar karanlık ve kirli yaşandığı bir dünyadan hızla uzaklaşmak istiyor insan.
İnanç ve gerçeklik duygusu kaybediliyor, her şey hızla anlamsızlaşıyor… Gerçekten at izi, it izine karışmış ve gerçekten filler tepişiyor, çimenler eziliyor.
Egoları, hırsları yüzünden dünyayı mahveden bunca insan varken çok normal geliyor vazgeçmeyi seçenlerin hissettikleri.
İnsanların var olan her güzelliği, her iyi şeyi kirletmek, yerin dibine sokmak için can attıkları bir düzende tabii ki idealler de hayaller de nasibini alacaktır.
Vazgeçmek de neticede alınan bir nasiptir…
Sanki birçok insan şimdilerde; Kieslowski’nin “Veronik’in Çifte Hayatı” filmindeki gibi varoluşun iki yüzünü birlikte aynı anda yaşamayı hayal ediyor…
Twitter/ @aiklimbayraktar