Nalan Türkeli
Düş Artık Yakamızdan Eyyy Başbakan
" En az üç çocuk" diyor. "Üç de yetmez beş" diye dayatıyor. Maksat ne?
“En az üç çocuk” diyor. “Üç de yetmez, beş” diye dayatıyor. Maksat ne? Sadakaya muhtaç aile sayısı arttıkça mı koltuğunda yapışıp kalacağına inanıyor?
1996 yılında yazdığım “Varoşta Kadın Olmak” adlı kitabımın arka kapağındaki yazıyı aynen aktarıyorum.
“ Okullarımızdan çok camilerimiz ve kahvehanelerimiz vardır birkaç metre arayla… Mahallemizin çoğunluğu çocuklardır. Genelde, fabrika ve benzeri işyerlerinde çalışılır. Alınan ücretler karın dahi doyurmazken, her yıl doğuran kadınların sayısı oldukça fazladır. Doğumlardan birkaç yıl sonra, dengesiz beslenme nedeniyle, uçuk benizli, şiş karınlı, çelimsiz eğri bacaklı çocuklar, sahipsizce salınıp dururlar sokaklarda. Oyuncaksızlık, meyvesizlik, bazen de açlığın verdiği yokluk duygusuyla, ne bulurlarsa toplarlar yerden. İlk öğrendikleri yokluktur. Ardından dayak ve korku.”
Aradan onca yıl geçmiş. Yine okullarımızdan çok camilerimiz var. Yine aynı değerler üzerinden sömürülüyor halk.
Üremeyi hala marifet, hatta akıllılık sayanlar var ise, kendine tapınıcı kul yaratma gayretinde olan siyasilerin eseridir bu insanlar.
Nüfus planlaması denildiğinde, başka kaynaktan öğrenmenin gereği yoktur. “Hem, Başbakan’dan daha iyi kim bilebilir ki neyin ne olduğunu” algısı ağır basar bu insanlarda ne yazık ki.
Gelmiş geçmiş tüm sermayeci İktidarlar, yoksunluğu, yoksulluğu, biat kültürünü de gelenek haline getirmekle kalmadılar, şimdi genlerimize işlesin istiyorlar. Maksat ne mi? Kadın doğurdukça hapsolacak eve. Hapsoldukça, gözü yumuk kalacak. Yumuldukça söz hakkı kalmayacak.
Erkek, üç kuruş için evden işe işten eve koşuşturmalarla, kotaramadığı yaşamın hıncını da karısından çocuğundan alacak.
Çocuk, kimliksiz kavgalar ortasında kalmış yarımlığıyla kim bilir nereye savrulacak?
Başbakan da biliyor işini. Sofrasında her gün makarna çorbayla karın şişiren şükürcüler olmasa vay haline. İşte, bu aymazlığın ayılmasından endişe ediliyor.
Hani diyor ya: “Ölüm var ölüm.” Merak ediyorum. Yatağına sırt üstü uzandığında, en insani bir kaygının iç kemiren sesini kaç kez duyuyor?
Ben de soruyorum, bu ülke ’de dünyaya gelen her çocuğun yüzde kaçı sağlıklı büyüyor? O illet yoksulluğun pençesinde kıvranılmadan topluma kazandırılmış kaç çocuk var?
Ayakaltı kalabalıklarda, kiminin elinde terazi, kiminin elinde mendil, araba cam sileceği vs. Çaresizliğin çırpınışı gözlerinde donup kalmış bir ülke dolusu çocuk var, kadın var, erkek var.
Her yerde, her yanda, miting alanlarında da, emrinde en az 2.000 polis, halk ile arasına etten duvar ören bir Başbakan’ın korkuyla yaşadığını görmek ne acı, ne garip. Bol keseden nutuk atan, yalanlarıyla kandıramadıklarına ise “Ananı da al git. O oy senin olsun. İstediğine ver” demekten utanmayan. Kendine muhalif olan herkesi, Kabadayı edalı, en ucuz kelimelerle aşağılayan, azarlayan, bir Başbakan İki Erdoğan’dan utananlar da çok bu memlekette. Kim bilir şu an kaç milyon yaka silkiyor?
“Düş artık yakamızdan eyyy Başbakan”