Mustafa Yıldırım

Mustafa Yıldırım

ÇARE SENDE

 

Onun atası Efe idi. HES yapacağız diyerek, eski toprak-su ağaları gibi köyünün suyuna el koyanları, eşkıyaya direnen kadınları anlatıyor:

"Len bak gayri! Hes mi, kes mi, ne! Yapacaksak biz köyümüzde bir olup kendimiz yaparız!”

Bahçeyi çapalarken yorulmuş, yere çömeliyor; gözlerinde belli belirsiz öfke ışıltısı:

“Bu eşkıyalık Atatürk'le kalkıyordu ya, bak sen gayri şincik eşkıya atıyla değil, greyderiyle gelmiş; ağaçları da kesiyor, deremizin suyunu da!"

Efe'nin kızı yoksulluk başa vurunca, Denizli'nin köklenen bağlarının yerine kurulan mahallenin ortasında, mirasçılar bölüşemediğinden boş kalan tarlanın dikenlerini ayıklamış, taşlı toprağını çapalamış, çapalamış, soğan dikmiş; torunlarına iki ekmek götürmek için uğraşıyor.

Dertleri anlatmakla bitiremiyor, ama o yüzünden de gülümseme eksilmiyor. Çakır gözleri gözlerimde, tepkilerimi ölçüyor, ona göre konuşuyor.

Çapasını elime alıyorum, ben de kanyaşı otlarını çapalayıp topluyorum, iri taşları kıyılara atıyorum. Efe’nin kızı da anlatıyor da anlatıyor.

Bir yıl önce de böyle yapmış, birkaç saat konuşmuştuk. Bugün daha çabuk geçti; gün ikindiye kavuştu. Torunlarını anlatıyordu: Ufak kız cin gibiymiş; okuyacakmış, elin heriflerine köle olmayacakmış.

Sözün tatlı yerinde birden telaşla doğruluyor, elimden çapasını alıyor, kaşlarını çatıyor:

"Ben varıp gideyim gayri! Evdekiler, 'Len! Nerelerde ne halt yiyordun?' diye soruverirler."

Belini tutarak, yalpalaya yalpalaya sesini yükseltiyor:

"Öyle demezler gayri! Essahtan beni pek severler; 'Efe ninemiz gelmiş diye sevinirler. Hem ufak kıza da şuradan sakız alırım!"

Bana dönüyor, seyirip geliyor: Eksilmiş ön dişleri, 80 yılın doğal haritasına dönen yüzü, çakır gözleri, oyalı yazması, bükülmüş beli... Kolumu sıkıca tutuyor:

"Hani eşkıya gene dünyaya hakim oluyor ya, unutma! Gelecek yıl yine gel gayri!"

Ben ayrılık hüznünden çakılıp kalmıştım. O, yola vardığında dönerek bağırdı:

"Bizim köye de gel! Gel de, köyün heriflerine ‘Len! Şu karılarınıza bakın! Suyu kaptırmayacağız',diye greyderin önüne yatıyorlar! Len, siz adam değil misiniz? Kalkın bir yol da şu hökümata gidin; hakkınızı alın!' deyiver, olur mu?"

Aradan iki yıl geçti, o tarlanın kıyısındaydım. Gözlerim yandı; çünkü tarla çakırdikeniyle kaplıydı. Dağların bulutlarına dalıp gittim; “Efe’nin çakır gözlü kızı belki de bulutların ardında atını koşturuyordur!” diye mırıldanmadan edemedim.

“Şincik, de gayri bakalım! Eşkıya dünyaya hakim olmuş mu? Kızlar karalar bağlamış mı?

Yüreğim pırpırlandı; sesin geldiği yana döndüm… Kimsecikler yoktu.; yalnızca dikenleri savuran yelin uğultusu…

Aradan on iki yıl geçti, her gün aklıma düşüyor. Nerede yılgınlık görsem bir onu bir de Makbule’yi özlüyorum; “Yeni Efe kızlar, Asker Makbuleler gerek” demekten kendimi alamıyorum.

 [email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar