AZİZ DOĞDU
BİR ÇIRPIDA OKUDUM
Uzun zamandır çevirilerden kitap okumaya fırsatım olmuyordu. İlgimi çeken, mutlaka sakinleşince ya da tatile giderken yolda veya tatilde okumak için kitap alır, raflarımda tutardım. Ne zamandır Hong Kong'da yaşayan kardeşimi ziyarete gidecektim, ama hep erteliyordum. Tatil, iş için bile de olsa seyahat havamı değiştirirdi. Özgürlük düşkünü olduğum için de kendimi bu konuda en rahat ifade edebileceğim yöntem seyahat etmekti. Seyahat ederken kendimi sanki bir kuş gibi hissediyor, ya da bir bulut olup gökyüzünde pradan oraya sayruluyor hissederdim. İşte yine böyle bir seyahat krizinde kardeşim aradı ve "Abi biletin hazır, gel buraya, biraz havan değişir. Sen seversin buraları, Pasifik yakasını" dedi. Durur muyum, hiç itiraz etmeden kabul ettim.
Hemen kafamda seyahatte yanıma neler alacağımı, neleri bırakacağımı ve en önemlisi de hangi kitapları alacağımın listesini yaptım. Önceden aldıklarım ve doğumgünü ve yılbaşı hediyesi olarak bazı arkadaşlarımın hediyesi olan kitapları da ekledim ve bunlarla ilgili bir çanta hazırladım. En az 4 kitap bitecek Aziz Bey, diye kendime gaz vermeye başladım. Küçük çocukları parka götürürsünüz de mutlu olurlar ya, hah ben de öyle mutluydum, sevindirik olmuştum.
Her gün odamda özel çantaya koyduğum kitaplarımı her gün açar, bakar, koyduğum sıra bozuldu mu diye bakardım. O sıra okumak Çin tercih ettiğim sıraydı ve hiç bozulmasını istemedim. Paranoyak olmuşçasına bir de listesini çıkarttım. Bir havalimanına yola çıkarken başlanacak ve Doha'ya kadar bitecekti. Ha erken mi bitti; o zaman da hemen ikinciye başlanacaktı.
Doha yolu kısa sürüyor diye birinci sıraya sevgili Mine Kırıkkanat'ın New York kitabını koymuştum. Başladım okumaya. Okudukça, okuyasım gelmeye başlıyordu. Yok, havaalanına girdim, Check-in yaptım ve hemen pasaport kontrolünden geçerek kapının oraya gidip oturdum ve okumaya devam ettim. Neler yazmıştı acaba diye de sormadan da edemiyordum. O nasıl bir tatlı dil, o nasıl ince ince dokunuşlar. Aman Tanrım. Alttan alttan geçirmeler, laf sokmalar... Bildiğiniz gerçek Amerika'yı anlatıyor ama aynı zamanda da eğlendiriyor ve düşündürüyordu. Kitao, daha İran havasahasına girdiğimizde bitmişti. İkinciye mi geçsem yoksa biraz mola verip Doha'da mı başlasaydım derken uçak, Katar'a varmıştıbile. Kalemine sağlık Mine Kırıkkanat. Umarım en kısa zamanda senin imzanla şenlenir sayfaları. İnat ettim, alacağım o imzayı; O İŞ BENDE TATLIM, HALLEDİCEM BEN
Bu arada Paris kitabını da döndüğümde alacağım ve okuyup bende uyandırdığı intibayı yazacağım. Amerika Bulaşık Devletleri tabirini tuttum.
Doha'da bir müddet havalanında aylak aylak bir oraya bir buraya sırtımda çanta ile attım kendimi. Bir iki kare resim çektim, kah sigaraya dışarı çıktım. Yok illa başla diye bir şeyler beynimi kemiriyordu artık. Mine Kırıkkanat'ın kitabını çantama koydum, ayracını aldım ve sıradaki ikinci kitabı çıkardım. Gerçi o kitabı Hong Kong uçuşuna saklamak istiyordum; 7 saat boş boş sosyal medyayla ilgilenmek istemiyordum. Yok, illa orada Hamad Uluslararası Havalimanı'nda dürtüyordu bir şeyler beni başlayayım hemen diye. Direnmeye çalıştım ama nafile. Kitap resmen beni kendine çağırıyordu. Adına yine baktım: HANÇER. Yazarı, özellikle çocuklara tecavüz edilen tarikat yuvaları haberleriyle gündeme gelen sevgili Mustafa Hoş idi. Beşinci kitabıydı bu yanlış hatırlamıyorsam. Başladım, okumaya. Okudukça sayfalar çevriliyor, çevrildikçe de biraz daha, biraz daha oku öyle sigaraya çıkarsın diyordum kendime. Yok bırakamıyordum hiçbir yerde. Sanki zamkla yapıştırmışlardı elime. Sigara molası belki de 4 kere verdim okurken. Yok, namümkün bıraktırmıyor kitap seni.
Konusu çok ilginç öncelikle. Alt başlığı, zaten yeterince merak uyandırıyor: Gökte Allah, yerde Hitler. Allahüekber.
Gazeteci Zafer'in ilginç hikayesi aslında hem gerçek, hem kurgu. Hem hayatın içinden, hem zihnin içinden. Mustafa Bey, çok güzel harmanlamış hepsini. Bunu yaparken de hem tarihin kıyıda köşede kalmış ve unutulmuş sayfalarını açtığını belli ediyor, hem de gerçek hayatta insanların para ve makam uğruna ne yapabileceklerini gözler önüne seriyor.
Kitaptaki Leyla karakterine üzüldüm, Sevgi Hanım'a kahroldum, Murat'ı yakalasam saçını başını gece gündüz yolmak istiyordum. Sonra o Suat denen karanlık veliahtı falakaya yatırmak isterdim ya da o Ceyhun'un dişlerini dökmek. Karmakarışık yaptı kitap kafamı, duygularımı. Nazilerin Müslümanları nasıl kullandığı, nasıl Müslüman Naziler diye bir grup kurarak Türkiye'nin üzerine salıyordu.
Hikayede beni derinden etkileyen ve hatta sarsan ise Engin Komiser denen pislik herifin Gözdem Öğretmeni katletmesi oldu. Devletin verdiği yetki, makam ve üniformayı nasıl kötü kullanır bir insan,Engin Komiser üzerinden bir güzel işleniyordu. Kendini devletteb, hatta devletten büyük gören herkese ibret olmalı.
Kitabı almayanlar mutlaka alsın ve okusun; alıp da okumayanlar da hemen başlasın. Aşırı sürükleyici, aşırı heyecanlı bir hikâye Gazeteci Zafer üzerinden ulaşılan karanlık sırlar. Çok güzel bir kurgusu var, dili akıcı ve ne zaman başladınız, ne zaman bitirdiniz anlamıyorsunuz. Mustafa Bey, hikayenin devamının geleceğini söylemişti röportajında, sanırım sevgili Özlem Özdemir ile olanda. Heyecanla, merakla ve dört gözle bekliyorum.
Teşekkür ederim Sevgili Mustafa Hoş bu güzel kitap için. Sarstı ve derinden etkiledi.