AKP ve türban
AKP iktidar olduktan sonra türban konusunu toplumsal ve kamusal alanda serbest bırakmak için adım adım yol almıştır.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bir televizyon programında, kamuda türban konusunda “Aslında anayasal bazda da yasa bazında da açıkça bir hüküm yok ki bunu yasaklasın, sadece Anayasa Mahkemesi’nin bazı kararlarında atıflar var, bazı yönetmelikler var. Bunların değiştirilmesi de mümkün olabilir” (Cumhuriyet, 28.08.2013) diyerek Yeni Anayasa Mahkemesi’ne “türban konusundaki içtihadını değiştir” mesajı vermiştir.
Bu ifadedeki “Anayasa Mahkemesi’nin bazı kararlarında atıflar var” söyleminin, Yüksek Mahkeme kararlarında atıf değil yoruma dayalı gerekçeler olduğunu bilmesi gereken bir hukukçunun ağzından çıkmış olması düşündürücüdür. Bu ifade aynı zamanda, AKP ideolojisinin nasıl hukukun önüne konulduğunun da itirafı olması yönünden üzerinde durulmaya değer.
Anayasa ya da yasada kural olmadığına ilişkin yaklaşım, Anayasa Mahkemesi içtihatlarına tümüyle aykırıdır. Anayasa Mahkemesi 1989, 1991 ve 2008 yıllarında verdiği 3 iptal kararı ile 1998, 2001 ve 2008 yıllarında verdiği 3 siyasal parti kapatma kararında, kamu kurum ve kuruluşlarında, bu bağlamda yükseköğretim kurumlarında türbanın Anayasa’ya aykırı olduğunu hükme bağlamıştır.
Başbakan Yardımcısı Arınç’ın aynı açıklamalarındaki bir başka ifadesi, aslında gündeme bomba gibi düşmesi gereken içerik taşımaktadır. İktidarı pekiştirmek çabasıyla girişilen Suriye çatışması isteği nedeniyle yaratılan gündem yüzünden bu söylem dikkatleri yeterince çekmemiştir.
Arınç bu açıklamasında, “CHP ve MHP ile beraberlik yakalandığında seçimi de beklemeden başörtülü milletvekillerimiz olabilir. Hatta bazı kadın milletvekillerimiz başlarını şimdiden örtebilir” diyerek, türbanı TBMM’ne sokma amacını açık etmiştir.
Hemen arkasından mesajı alan AKP milletvekili hanımlar, parti yönetimlerine bu yolda başvuruda bulunmuşlardır. AKP yöneticileri de, “Kendi iradeleridir, bizim lehte ya da aleyhte yönlendirmemiz söz konusu olmaz. Ama TBMM İçtüzüğü’nde buna engel bir durum yok” (Cumhuriyet, 30.08.2013, Emine Kaplan) görüşünü dile getirerek başvuruya dolaylı yoldan olumlu yanıt vermişlerdir.
Türbanlı Refah Partisi Milletvekili Merve Kavakçı olayı belleklerdeki canlılığını korurken; siyasal İslamcı AKP iktidarından başka hukuksal bazda ne değişti de türban bu kadar yol alabildi?
Gelin AKP’nin türbanı kendi ideolojisine uygun olarak toplumda ve kamuda nasıl adım adım yükseltip yücelttiğine bakalım.
AKP’nin, siyasal İslam’ın simgesi olan türbanı toplumsal alanda yücelteceği, kamusal alandaki yasağı kaldıracağı baştan belli idi.
Aslında türbanın kamu kurum ve kuruluşlarında serbest bırakılması, AKP siyasal kadrosunun da içinde bulunduğu “Milli Görüş”ün amacı ve hedefidir. Erbakan’ın “Rektörler türbanlı öğrencilere selam duracak” sözü ile Abdullah Gül’ün eşi nedeniyle verdiği türban mücadelesi, konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar taşıması ve Tayyip Erdoğan’ın Başkanlık yaptığı dönemde İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve kuruluşlarında türbanlıların görev yapmaya başlaması belleklerdeki canlılığını korumaktadır.
Yine belleklerdeki canlılığını koruyan Başbakan Erdoğan’ın geçmişte söyledikleridir. “Elhamdülillah şeriatçıyım”, “Referansımız İslam’dır”, “Ben İstanbul’un imamıyım”, “Türkiye zaten bir İslam Cumhuriyetidir”, “Sana mı kaldı türban konusunda karar vermek (AİHM’ne), bu ulemanın işidir”, “Efendi sen kim oluyorsun (Danıştay’a)? Buna mecelle (şeriat hukuku) karar verir”, “Velev ki (türban) siyasi simge olsun, siyasi simge yasak mı?” diyen; lideri Erbakan’ın kızının başını örtmesi için baskı yapan (Vural Savaş, Sözcü, 02.11.2010) bir kişinin, türbanı önünde sonunda kamu kurum ve kuruluşlarında serbest bırakması sürpriz midir?
Hatta daha da ileri gitmiş ve “Bireysel başvuruyla, başörtüsünde yeni bir süreç başlayacak” (Alev Coşkun, Cumhuriyet, 19.01.2011) diyerek, bir yandan bireysel başvuru hakkının verilmesinin gerçek nedenini itiraf etmiş; diğer yandan da Anayasa Mahkemesi’ne gerekli mesajı iletmiştir.
AKP iktidar olduktan sonra türban konusunu toplumsal ve kamusal alanda serbest bırakmak için adım adım yol almıştır.
Önce liderler ve siyasiler, yurt içi ve dışında, resmi ve gayri resmi tüm toplantılara türbanlı eşleriyle katılarak görsel yoldan alışkanlık yaratmışlar, “türban iktidar oldu, siz de korkmadan türbanlanın” mesajı vermişlerdir.
Üniversite gençlerinin ve dinci sivil toplum örgütlerinin “türbana özgürlük” mitingleri, Başbakan Erdoğan’ın “sabredin” komutuyla bıçak gibi kesilmiştir.
“Biz yalnız eğitim hakkının engellenmemesi için yükseköğretimde türbanın serbest bırakılmasını istiyoruz; orta öğretimde ve kamu kurum ve kuruluşlarında böyle bir istemimiz yok” diyenler, “milletvekilleri de türbanlı olabilir” noktasına gelmişlerdir.
İnsan ister istemez Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek’in basın toplantısında söylediği “Hepsi bir anda yapılmaz, zamanın ruhu diye bir şey vardır, vatandaşlarımızın buna zihnen hazırlanması gerekiyordu, bugün getirdiklerimizi 2003 yılında söyleseydik ya kapatılırdık ya da darbe yaparlardı” (Kadir Sev, Sol, 09.08.2013) itirafını anımsıyor.
Nedir yapmak istedikleri? Laik, demokratik Cumhuriyeti İslami cumhuriyete dönüştürmek; Atatürkçü rejim yerine otoriter İslami düzen kurmak.
Bakın yıllar önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken RTE bunu nasıl açıklıyor: “Ben İslam’ın devlet planı içinde düşünüyorum… Biz Müslümanlar için din İslam’dır. En üst belirleyici İslam’ın ilkeleridir. (Devlet düzeninde) Her şey ona göre belirlenir.” (Emin Çölaşan, Sözcü, 11.09.2010)
Aslında Cemil Çiçek’in açıklaması yalnız türban konusunda değil, İslami cumhuriyetin kurulması amacında olanların 11 yıllık iktidarları döneminde her konuyu takiyye yoluyla nasıl gözlerden gizleyip gerçekleştirdiklerini de anlatıyor.
“Hazmettire, hazmettire” türbanı topluma kanıksatmışlardır. Öylesine kanıksatılmıştır ki, çağdaş gençlerimiz, türbanlı arkadaşlarını bilinçsizce savunup onların davranışlarının meşrulaştırılmasına katkı vermişlerdir. Oysa bu gençlerimiz, ileride kendi özgürlükleri söz konusu olduğunda türbanlıların onları savunmayacaklarını bilememişlerdir.
Bu kanıksama öylesi boyuta ulaşmıştır ki, “Cumhurbaşkanı sözde değil, özde laik olmalı” deyip türbanı Çankaya’da görmek istemediklerini söyleyenler, Köşk’teki türbanlı resepsiyonlara çağdaş görünümlü eşleriyle birlikte katılır olmuşlardır. Son 30 Ağustos Zafer Bayramı resepsiyonunda bir generalin Abdullah Gül’ün önündeki eğilişi yürekleri bir kez daha parçalamıştır.
10. Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Sezer’in türbanlı eşlere davetiye göndermemesi nedeniyle kısmet önlenen türbanın yükselişi; 11. Cumhurbaşkanı’nın göreve gelmesiyle hızını artırmıştır.
Türbanlanan sosyete güzelleri televizyon yıldızları çoğalmaya, “umre” turlarına katılmaya başlamışlardır.
Türbanı kamu kurum ve kuruluşlarına atamalarda, bürokrasinin üst basamaklarına tırmanabilmekte, ihalelerde, özelleştirmelerden pay alabilmekte, milletvekili, bakan, yerel yönetici, rektör, dekan olabilmekte ve kamu ile iş yapılmasında ölçüt durumuna getirmişler; böylece türbanlı sayısının artmasını sağlamışlardır.
Hava alanlarında, trafikte, sınavlarda türbanlı hanımlar emniyet güçlerinin farklı işlemine bağlı tutulmuşlardır.
Kamu kurum ve kuruluşlarında ve yerel yönetimlerde görevi türbanla yapanlara hoşgörü ile yaklaşarak, türbanı fiilen devlet kurumlarına sokmuşlardır.
Muhalefet partilerini yanlarına alarak ve hukuku dolanarak yükseköğretimde türbanı fiilen serbest bırakmışlardır.
444 dinci eğitim sistemini getiren yasayı kabul ederek, türbanı ilk ve orta dereceli eğitim öğretim kurumlarına sokmuşlar, kız çocuklarının erken yaşta evlenebilmesi ve türbanlanabilmesi için lisede devam zorunluluğunu kaldırmışlar, açık lise seçeneğini getirmişlerdir.
Anayasa Mahkemesi’nin laik Cumhuriyet ilkesiyle bağdaşmaz dediği ve siyasal İslam’ın simgesi olarak nitelediği türbanla mücadele eden öğretim üyelerini cezalandırmışlardır.
İrticayla ve türbanla mücadelede önemli bir evre olan 28 Şubat sürecinde görevlerini yapanlar hakkında uydurma gerekçelerle, hiçbir hakka ve hukuka dayanmayan davalar açmışlardır.
Tüm bunlardan sonra şimdi sıra türbanı kamu kurum ve kuruluşlarında yasallaştırmaya ve TBMM’nde milletvekillerinin türbanlarıyla “arz-ı endam” etmesine gelmiştir.
Konunun bu duruma gelmesine aşamalarda destek verip sorumluluğu paylaşanlar, herhalde “hukuksuzluğun yasallaştırılmasından” mutludurlar!