ABANT’TAN DEMOKRASİ ÇIKTI
Kuvvetler ayrılığı vurgusu yapıldı.
GAZETECİLER ve Yazarlar Vakfı tarafından düzenlenen 3 günlük Abant Platformu sona erdi. Hazırlanan 21 maddelik sonuç bildirgesinde yasama organlarının, yasa yapımında temel işlev gören kurumlar özelliğini artık taşımadığı vurgulanarak, demokrasinin güçlendirilmesi için kuvvetler ayrılığı prensibinin bir an önce hayata geçirilmesi gerektiği açıklandı.
Vakıf tarafından bu yıl 33'üncüsü düzenlenen 3 günlük Abant Platformu toplantısı sonuç bildirgesinin okunmasıyla birlikte sona erdi. Düzce'nin Akçakoca ilçesi'nde bulunan Sky Tower Otel'de yapılan ve gazeteci, yazar, akademisyen ile siyasetçilerin katıldığı Abant Platformu'nda yapılan 5 oturum ardından yapılan değerlendirmeler 21 madde altında toplandı. Toplantı sonunda sonuç bildirgesini açıklayan Doç.Dr. İhsan Yılmaz, 5 başlık altında toplanan sonuç bildirgesini okudu. Türkiye'nin son dönemde yönü belli olmayan ülke görüntüsü verdiğinin belirtildiği açıklamada Türkiye'nin dış politikadaki yönü belli olan bir ülke olmasına rağmen son dönemde yönü belli olmayan bir ülke görüntüsü verdiği öne sürülürken, "Şu anki durum, Batılı olamayan bir Doğulu ve Doğulu olamayan bir Batılı ülke görüntüsü olarak özetlenebilir" denildi. Açıklamada şu görüşler yer aldı:
* Arap dünyasındaki demokrasi taleplerini desteklemek ilkesel olarak doğru bir tercih olmakla birlikte; bu tercihin icrasında tarafsızlığın korunamaması bölgede yalnızlaşmaya neden olmuştur. Din, mezhep, ideoloji ve kimlik esaslı değil, insan hakları, çoğulcu demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerler esaslı bir dış politikaya ihtiyaç vardır. * Ortadoğu bir dönüşüm sürecine girmişken Türk dış politikasının parametrelerinin tekrar gözden geçirilmesinin vakti gelmiştir. Yeni ve sağlam analizler üzerine kurulu bir dış politika tasavvuruna ihtiyaç vardır. Türkiye'nin Kahire, Şam ve Tel Aviv gibi üç önemli Ortadoğu başkentinde büyükelçisinin bulunmaması, etkin dış politika yönetiminin önündeki engellerden biridir. * Başta demokratikleşme, insan hakları ve eşit vatandaşlık olmak üzere temel iç meselelerini halledememiş bir ülke olan Türkiye'nin Ortadoğu'ya anlamlı mesajlar verme ve bölgenin geleceğinde olumlu rol sahibi olma iddiası mesnetsiz kalmaktadır. * Türkiye yönünü tekrar Avrupa Birliği'ne çevirmeli ve kurumlarını gözden geçirme durumunda olan Avrupa Birliği ile yeni fırsatları değerlendirmelidir."
"SİYASET YOLU SADECE PARTİ DEĞİL"
Açıklamada "Sivil Toplum ve Siyasal Katılım" başlığı altında demokrasilerde siyasetin sadece siyasilere bırakılamadığı herkesin siyaset yapabileceği ifade edilirken şöyle denildi:
* Siyaset yapmanın yegâne yolu parti kurmak değildir. Siyaset toplumun ortak yaşam alanının inşasına yönelik bir faaliyet olduğundan, siyasi partiler dışında sivil toplum kuruluşları, medya, meslek örgütleri ve bireyler siyasal alanın diğer temel aktörlerindendir. Bununla beraber, mevcut yüzde 10 seçim barajı halen siyasal alanı daraltmakta, bazı partilerin kartelleşmesini sağlamakta ve toplumun birçok farklı kesiminin ve yeni siyasal hareketlerin parlamentoda temsilini engellemekte ve siyasal katılmayı çarpıklaştırmaktadır. * Bilgi edinme kanalları işletilmediğinde, sansür ve baskıyla özgürlükler sınırlandırıldığında seçmen tam ve doğru bilgi alamaz. Bu koşullarda seçim ve oy demokrasi ile olan bağlantısını yitirir. Siyasal katılmayı sadece oya indirgemek, bugünkü dünyadaki sosyo-ekonomik ve teknolojik gelişimin temin ettiği kaynakları kullanarak sürekli ve düzenli olarak seçmenin siyasal gelişmeleri takip etmesine ve bunlara tepki vermesine ve bu yolla kendi kendini yönetmesine kapıyı kapatmak anti-demokratiktir. * Vatandaşı kamusal alanda devlet iktidarının olası keyfi uygulamalarına karşı koruması gereken sivil toplum gelişememekte; hâlihazırda siyasal sistemin saydamlık ve hesap verilebilirliğe getirdiği sınırlar nedeniyle bu temel işlevi yerine getirmekte güçlük çekmektedir."
Açıklamanın 'Demokratik ve Çevreye Duyarlı Kalkınma' başlıklı bölümünde insan ve çevreyi göz ardı eden ve sadece maddi zenginleşmeye dayanan ekonomik büyümenin kabul edilemeyeceği demokrasinin güçlendirilmesi ve hukuk devletinin yerleştirilmesi ülkenin ekonomik refahının da gelişmesi için bir fırsat olduğu bildirilirken şöyle denildi:
"Özellikle 21. yüzyılda ekonomik refah sadece bir iktisadi büyüme olgusu olarak görülmemekte, aynı zamanda toplumsal, ekolojik ve ekonomik sürdürülebilirliği eş zamanlı olan bir olgu olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla ekonomik kalkınma sürecinde temel insan hakları ve onuruna ve çevreye saygılı bir büyüme modeli benimsenmelidir. Kamusal yatırımların temel belirleyicisi uzmanlık, katılım ve şeffaflık olmalıdır. Objektif çevresel etki değerlendirmesi, yerel katılım ve üniversiteler de dahil tüm paydaşlarla müzakere ilkeleri ışığında kamusal yatırımların karara bağlanması, kaynakların verimli ve etkin kullanımı açısından son derece önemlidir. Türkiye'nin çalışma hayatı koşullarının insan odaklı olarak düzenlenmesi ve bunun için acilen ilgili uluslararası sözleşmelere taraf olunarak, dünyada kabul edilmiş standartların hayata geçirilmesi gerekmektedir. Türkiye'nin kalkınma zihniyetinin, katma değer, inovasyon ve AR-GE merkezli olarak yeniden ele alınmasında sürdürülebilirlik açısından yarar vardır."
Sonuç bildirgesinin 'Sistem Tartışmaları ve Kuvvetler Ayrılığı' başlığındaki bölümde çağdaş demokratik sistemler açısından ilk gözetilen hususlardan birinin sistemlerin etkili olması olduğu vurgulandı. Açıklamada, özellikle yasama organları yasa yapımında temel işlev gören kurumlar özelliğini artık taşımadığı kaydedilirken, "Bunun yerine yürütmeden hesap sorulması, dengelenmesi ve denetlenmesi açısından yasamanın taşıdığı önem artmıştır. Bu amaçla, TBMM'nin içindeki organlarda sürdürülen faaliyetlerin hesap sormayı kolaylaştıracak şekilde etkinleştirilmesi gereklidir" denildi. Bu başlıktaki diğer görüşler şöyle:
"Bu bağlamda demokrasinin güçlendirilmesi için kuvvetler ayrılığı prensibi bir an önce hayata geçirilmelidir ve bu bakımdan yargı bağımsızlığının hayati önemi bulunmaktadır. Yargı bağımsızlığının kâğıt üzerinde değil de fiilen gerçekleşmesi için de hakimlik teminatının sağlanması şarttır. Bu da özellikle yürütmenin yargı mensuplarına müdahalelerinin engellenmesini gerektirir ki ancak böyle bir teminat altında yargı bağımsız ve salt hukuk ilkeleri çerçevesinde denetim işlevini yerine getirebilir. Benzer bir doğrultuda, yürütme içerisinde de partizan etkilerden korunmuş, ayrımcılık ve kayırmacılık yapmayan, profesyonel liyakati esas alan bir kamu bürokrasisinin düzenlenmesi, yasaların tarafsız ve gereği gibi uygulanması ve temel hak ve özgürlüklerin korunması için zorunludur. Keza, yerel yönetimler de güçlendirilerek ve etkinleştirilerek, denge ve denetleme mekanizmasını güçlendirecek şekilde siyasal sisteme entegre edilmesi suretiyle, kuvvetler ayrılığı düzenlemeleri de hayata geçirilmelidir."
Sonuç bildirğisinin "Demokratik Temsil Sorunları: Çoğulculuk ve Çoğunlukçuluk" bölümünde şu ifadeler yer aldı:
"Çoğunlukçuluğun her zaman tiranlığa evrilme potansiyeli barındırdığı tarihsel olarak sabittir. Torba yasalarla yeterince tartışılmadan kanunlar geçirmek, şeffaf olmamak, hesap vermeyi secim zamanlarına indirgemek ve kutuplaşmayı tahrik etmek coğunlukçuluğun somut örnekleridir. 2010 yılında yapılan anayasa değişikliği ile vesayet kurumları zayıflatılmış ancak iktidarı sınırlayıcı demokratik kurumların olmayışı çoğunlukçu pratiklerin ortaya çıkmasını kolaylaştırmıştır. Bugün ihtiyaç olan, yeni sınırlayıcı hukuki mekanizmaların oluşturulmasıdır. Sağlıklı bir demokrasinin vazgeçilmez vasıfları olan kuvvetler ayrılığı, denge ve denetleme gibi temel ilkelerin siyasi irade lehine yıpratıldığı ve istismar edildiği bu donemde, özgürlüklerden yana tavır alan ve siyasi çekişmelere taraf olmayan anayasal kurumların tutumu takdirle karşılanmalıdır. Mağduriyet, mazlumiyet ve düşmanlıkların yarattığı travmalar üzerinden siyaset yapmak yeni travmalar, yeni ötekileştirmekteler ortaya çıkartmaktadır. Siyasetin ötekileştirmeden, topluma güven vermesi ve samimiyetini ortaya koyması toplumun sağlıklı gelimine katkı sağlayacaktır. Demokrasinin tüm farklı grupların haklarını koruyan bir rejim olduğu unutulmadan çoğunlukçu söylem ve pratikler yerine herkesin eşit vatandaş haklarından uygulamada yararlanabildiği çoğulcu anlayışın benimsenmesi toplumsal barısın garantisi olacaktır.
Kaynak: