27 Mayıs Darbe midir?
Eğer bir hareketi salt seçilmişlere karşı yapıldığı için "darbe" olarak nitelerseniz, öncesine ve sonrasına bakmamanız gerekir. Eğer öncesine sonrasına bakıyorsanız da değerlendirmeyi, hareketi de kapsayacak biçimde yapmanız sizi daha doğru sonuca götürecektir. Doğrusu benim düşüncem, hareketin kime karşı yapıldığından çok haklılığı, meşruluğu ve sonrasındaki gelişmelerdir.
Odatv’de 27 Mayıs 2012 günü yayımlanan “27 Mayıs Bir Devrimdir” başlıklı yazımda, bir hareketin devrim olup olmadığını anlayabilmek için onu yapandan çok, yapılma amacına; onu yaratan nedenlere ve sonucunda ne sürede ve nasıl bir düzen getirdiğine bakmak gerektiğini belirtmiştim.
Bu bakış açısıyla da 27 Mayıs’ı,
- Kurucu felsefenin temelini oluşturan ve Anayasa’da da yerini alan, ancak 1950-1960 arası yönelişlerle yok edilmek istenen Kemalist ideolojinin, Aydınlanma Devrimi’nin yeniden canlanmasını ve 2003 yılına kadar sürmesini sağladığı,
- Cumhuriyet tarihinin modernleşme yönelişinde, özgürleşmenin ve demokratikleşmenin önünü açtığı,
İçin bir devrim olarak nitelemiştim.
Başka pencerelerden bakarak bu görüşüme itiraz edenler oldu. Onlara göre 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül askeri harekâtları gibi bir darbeydi. Pencere farklı olunca kuşkusuz manzara da farklı görülebiliyordu.
Yurt gazetesindeki (27.05.2013) yazısında ise Fatih Yaşlı, 27 Mayısı, seçilmiş bir hükümeti devirmesi anlamında “darbe”, ancak giderek diktatoryal karaktere bürünen Demokrat Parti (DP) iktidarına son vermesi anlamında “meşru” ve yarattığı sonuçlar yönünden de “demokratik” bir hareket olarak nitelemiştir.
Eğer bir hareketi salt seçilmişlere karşı yapıldığı için “darbe” olarak nitelerseniz, öncesine ve sonrasına bakmamanız gerekir. Eğer öncesine ve sonrasına bakıyorsanız da değerlendirmeyi, hareketi de kapsayacak biçimde yapmanız sizi daha doğru sonuca götürecektir. Doğrusu benim düşüncem, hareketin kime karşı yapıldığından çok haklılığı, meşruluğu ve sonrasındaki gelişmelerdir.
DP iktidarı aldığı oy oranından daha fazla milletvekili ile TBMM’nde temsil edilince, bugün olduğu gibi “milli irade” adına istediğini yapabileceğini sanarak, hem Türk Devrimi’ni hem demokrasiyi zaafa uğratacak adımlar atmaktan çekinmemiştir. Kısaca ülkede bir “çoğunluk despotizmi” kurulmuştur:
- Siyasi çıkar sağlamak amacıyla din, din duyguları ve dince kutsal sayılan değerler kötüye kullanılıp, laik ve demokratik Cumhuriyet ilkesi zaafa uğratılmış,
- İfade özgürlüğü ve bunun tamamlayıcısı basın özgürlüğü kaldırılmış, birçok gazeteci tutuklanmış,
- Yargı ve üniversiteler üzerinde baskı düzeni kurulmuş; bilim özgürlüğüne ve yargı bağımsızlığına müdahale edilmiş; öğretim üyeleri “kara cüppeliler” nitelemesiyle küçümsenmiş,
- Yargıçlar ve üniversite öğretim üyelerini resen emekli etme yetkisi alınmış ve ilk etapta onlarca Yargıtay üyesi emekli edilmiş; iktidara karşı çıkan öğretim üyeleri resen emekli edilmekle tehdit edilir olmuş,
- Muhalefet susturulmuş, CHP’nin mallarına el konulmuş,
- Tek yayın organı olan devlet radyosundan her gün sözümona DP’ye üye olanların isimleri okunup seçmenler baskı altına alınmış,
- DP’ye oy vermeyen Kırşehir ili, salt bu nedenle ilçe yapılmış,
- TBMM’de, yargı yetkisine sahip, DP milletvekillerinden oluşan bir “Tahkikat Komisyonu” kurulmuş; bu Komisyon soruşturma ve tutuklama, başka bir deyişle yargı yetkisiyle donatılmış; Komisyon’a hem savcı ve hem yargıç yetkisi verilmiş; Komisyon kararlarına kesinlik tanınmış, temyiz hakkı verilmemiş; muhalefet partilerine ve karşıt görüşlülere göz açtırılmaz olmuş,
- Anayasa ve hukuk devleti yok edilmiştir.
Kısaca ülke hızla karşıdevrim batağına ve demokratik düzen dışına yuvarlanmıştır.
27 Mayıs, bu gidişe dur demek, Cumhuriyet’in kazanımlarını yeniden canlandırmak, özgür ve demokratik bir siyasal ve toplumsal ortam yaratmak için yapılmıştır. Ve bunu sonraki tutumlarıyla kanıtlamış ve başarmıştır.
Kendi içlerindeki karşıtları tasfiye ederek çok kısa sürede iktidarı sivillere teslim etmiş ve dünyanın en özgürlükçü ve demokratik anayasasını yapmıştır.
“Dünyanın ve ülkemizin değerli bilim insanlarının, edebiyatçılarının kitaplarını okuma şansına sahip olmamız da, ülkemiz edebiyatının, tiyatrosunun, resminin evrensel düzeye yükselmesi de bugün liberallerin dümen suyunda çırpınan ‘eski’ solcuların 12 Mart ile 12 Eylül ile aynı kefeye koyup lanetledikleri 27 Mayıs’ın sayesindedir.” (Deniz Kavukçuoğlu, Cumhuriyet, 30.05.2012)
27 Mayıs, yalnızca bir askeri hareket değildir. Aynı zamanda bir gençlik ve halk hareketidir. Bunu değerlendirebilmek için, 28 ve 29 Nisan 1960 günlerinde önce İstanbul, sonra Ankara üniversitelerindeki öğrenci eylemlerini ve 5 Mayıs 1960’da “555 K” sloganıyla tarihe geçen Ankara Kızılay’daki öğrenci ve halk eylemlerini anımsamak ve iyi değerlendirmek gerekir.
Unutulmamalıdır ki o yıllarda Türkiye’de iki üniversite, İstanbul ve Ankara üniversiteleri vardır ve ikisi de ayaktadır.
Nitekim 1961 Anayasası’nın başlangıç bölümünde, Türk Ulusu’nun, 27 Mayıs Devrimi’ni, “Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak” gerçekleştirdiği yazılıdır.
Bu ifadenin bulunduğu anayasa, halkoylamasında % 65 oy almıştır. 27 Mayıs hareketini o günlerde desteklemeyen aydın yok gibidir. Bugün % 49 oyla “milli irade biziz” diye bağırarak Türkiye’nin siyasal rejimini değiştirmeye çabalayanlar acaba % 65 hakkında ne düşünmektedirler?
Kuşkusuz onlar, rejimi temelden değiştirmenin rahatlığı içindedirler. Kendi deyişleriyle Atatürk Cumhuriyeti’ni tasfiye süreci bitmiş, sıra İslam cumhuriyetini kurmaya gelmiştir. Aslında bu yolda ana yapı kurulmuş, sıra ayrıntıların tamamlanmasına gelmiştir.
Andımızın ve Gençliğe Hitabe’nin kaldırılması, 10. Yıl Marşı yerine Mehter Marşı’nın okutulması, açılışların Kuran okutularak dualarla yapılması istemleri gibi küçük ayrıntıların peşindedirler. Sıra İstiklal Marşı’na kadar gelecektir.