Türkiye’yi şahlandıracak adımlar çelmelenmesin
Gerek Devrim gerekse Hürkuş, ilk üretim ve denemelerinden itibaren çok yıpratıldılar.
Nurten AKYAZILILAR
Bekir Coşkun, 25 Eylül 2013 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde; ‘Bu Japonlar Adam Olmaz’ başlığıyla Japonlar’ın Çankırı’da yarım trilyonluk lastik fabrikası temelini törensiz attıklarına değinerek, devamını üzülerek okuduğum Devrim’e getirdi ve şunları yazdı:
“Yürümeyen yerli arabaya tören yapmışız biz… Getirdiler TBMM’nin bahçesine, cumhurbaşkanı, bakanlar, protokol… Araba yürümedi… İttire ittire götürdüler, açın bakın "İlk Türk otomobili" diye geçer”…
Bekir Coşkun, aslında bunu ilk kez de yapmıyor; 29 Haziran 2012’de ‘Uçuş’ başlıklı makalesinde aynı tarz ile Başbakan Erdoğan’ı eleştireyim derken Hürkuş’un sunumunu, şu cümlelerle yaralamıştı:
“Başbakan ve devlet erki koltuklara oturdular, (motoru hariç) ilk Türk uçağı HÜRKUŞ sahneye Seda Sayan gibi sisler içinde çıktı… Başbakan çıkıp konuştu arkasından… “Türkiye’nin büyüklüğünü kimse test etmeye kalkmasın” falan dedi… Ve ilk yerli Türk uçağının hangardan çıkış töreni başladı… Okur arıyor yazının burasında: Sabredemiyorsun ki birader… “Uçağın niye havada resmi yok?” deyip duruyorsun… Çünkü uçmadı ondan…
İlk uçuş 2013’te olacak… “O zaman niye şimdiden hangardan çıktı, uçmayacaksa?” diyorsun bu kez… Hangarın içinde mi uçacakmış gibi yapsalardı?”..
Otomobil ve uçak sanayi, ülkemizin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik şartlarda çok önemli çünkü eğer milli seri üretime geçebilirsek tüm sanayilerin lokomotifi olacaklar...
Ve gerek Devrim gerekse Hürkuş, sadece bu sebeple ilk üretim ve denemelerinden itibaren çok yıpratıldılar. Kışkırtanların başında da kamuoyunu bilgilendirip yönlendiren 4.Kuvvet, ‘basın’ geldi. Devrim’e emeği geçenler, bu konuda yürek sızlatan bakın, neler demiş:
“Rifat Serdaroğlu, anlatıyor:
'Basın olayı bu kadar olumsuz işlemeseydi çok daha farklı sonuçlar alınabilirdi. O günlerde gazetelerde bir de fotoğraf yayınlanmıştı. İngiltere Kraliçesi'nin limuzini yolda kalmış. Lordlar arkadan itiyorlar. Ortalık da birbirine girmiyor. Bu olay normal bir şeydir yani Limuzin kalitesinde bir araba da yolda kalabilirdi, denenmemiş bir Devrim de. Üstelik benzin bittiği için değil, bir başka arızadan yolda kalabilirdi. Sorun bu değil ki..'
Şecaattin Sevgen, farklı bir karamsarlığı dile getiriyor:
'Basının ne denli büyük bir güç olduğunu kavramıştım o günlerde ve aralarında gerçekleri sabırla araştıran ve uzun vadeli çıkarları gözetenlerin pek ender bulunduğu kanısına varmıştım. Biz seri üretime uygun bir otomobil yapmadık. Bir prototip yaptık biz. Şayet ilk imalat sorunsuz olursa bu daha kötü olur, eksikleri geliştirilemez. İşte bu anlaşılamadı.'
Devrim otomobiline yönelen saldırılar salt "yürüdü, yürümedi" noktasında yoğunlaşmadı. O dönemde bir ithal otomobil 50 bin liraya satılırken, Devrim otomobillerinin üretimi için "tahsis" edilen 1 milyon 600 bin lira da dile düştü. "Milletin parası har vurup harman savruldu" çığlıkları atıldı. Oysa 1 milyon 600 bin liraya dört prototip otomobil yapılmıştı, bunlar için çeşitli tip ve güçlerde 7 motor üretilmişti. Özel kalıplar hazırlanmış, tezgahlar kurulmuştu. Bunlar dikkate bile alınmadı.
Yüksek Mühendis Nurettin Erguvanlı, uzun yıllar öncesinde kalmış o günleri anlatırken, 'Heyecanlı günlerdi. Özel sektör otomotiv sanayisinde bir hamleye hazırlanıyordu. Bir kaç yıl sonra bir sürü üretim kusuruyla sokaklarımızı dolduracak, yerli (!) arabaların hazırlığı yapılıyordu. Binlerce ve binlerce motor ithal edilecekti Türkiye'ye. Ford, Fiat motorları filan. Tümüyle yerli bir motor üretimi de o günlerde gerçekleşince...'
Devrim'in üretiminin de, savunulmasının da yorulmaz militanlarından Salih Kaya Sağın anlatıyor:
‘Haber, yorum ve fıkralarda, harcanan bunca paranın boşa gittiğinden dem vuruyorlardı. Bize 1 milyon 600 bin lira tahsis edilmişti. Oysa aynı yıl orduda süvari birlikleri kaldırıldığı halde Tarım Bakanlığı bütçesine "At neslinin ıslahı" için konmuş bulunan 25 milyon lira ödenekten ve sonucundan kimse söz etmiyordu. Hala merak ederim, at neslinde o günden bu yana bir gelişme sağlanmış mıdır?’
Mustafa Seyrek, şöyle diyordu;
'Bu bir meydan okumaydı. Toplu iğnenin bile ithal edildiği bir ülkede bir meydan okumaydı. Devrim projesi başarıya ulaşmış ve kendini kanıtlamıştır. Engellenmesiyle ilgili ayrıntılara girmek istemiyorum. Ama şunu vurgulamak istiyorum. Biz, bu ülkenin yetişmiş elemanlarının, bu ülkenin servetler harcayarak yetiştirdiği mühendislerinin en zorlu teknik sorunların üstesinden gelebileceğini kanıtladık. Bunun onuru bize yeter.'
Salih Kaya Sağın çocuğunu, yurdunu savunurcasına konuşuyor:
'Bu proje Türkiye'nin otomobil tipinin geliştirilmesiydi. İşte bunu anlayamadılar. Türkiye'de otomobil ve motor yapılacağına kimse inanmıyordu. Bizim görevimiz bunu kanıtlamaktı. Kendi özel otomobillerimizi söküp parçalarını inceledik. Pres makinelerimiz, başka birçok teknik gerecimiz yoktu. Parçaları alçı kalıplarıyla hazırladık. Teknik olarak bu gülünç bulunabilir. Ama asıl gülünç olan Türkiye'de bir otomobilin, motoruyla birlikte bir otomobilin yapılacağına inanmamak değil mi?'
Bir ülke düşünün ki "Motor yapılamaz" densin. Olanaksız bir sürede motor yapılsın ve bu küçümsensin. Otomobili yaptık. Bu otomobil yürüdü ve hala yürüyor. Biz kendi Amerika'mızı keşfettik ama ürettiğimiz otomobile ruhsat bile alamadık..."
Bej renkli Devrim ile tören tamamlanmasına rağmen 30 Ekim sabahı yayınlanan tüm gazeteler ağız birliği etmişçesine ve galiba Devrim sözcüğüyle bilinçaltı bir hesaplaşmanın hınç ve şehvetiyle "Devrim yolda kaldı", "Devrim'in benzini bitti", "Devrim yürümedi", "Devrim ancak 200 metre yürüdü" başlıklarıyla çıkarlar. Devrim'in defteri dürülmüştür. Her iki araba da Eskişehir'e dönerler. İdam fermanları ise gecikmez. Otomobiller istenir ve gönderilenler presle ezilir. Son kalan otomobil ise 'Eskişehir Cer Atelyesi'nin milli mücadeleden kalma ruhuyla bozuk olduğu gerekçesiyle gönderilmez, saklanır. İşte bugünlere kalan miras odur. Böylece, 'Devrim' otomobili kendisini tarihten silmek isteyenlere inat tarihe mal olur.
Aydın Engin, Devrim otomobilinin önemini şöyle vurgular;
‘Devrim, 1961 Türkiyesi'nde 23 inançlı adamın, Türkiye'ye onur kazandıran bir meydan okumanın öyküsüdür. "Bir yerli otomobil yapınız" emrini, emrin ötesinde bir meydan okuma, ülkenin bir güç gösterisi olarak kavrayan 23 yüksek mühendisin, 23 "Demiryolcu"nun öyküsü... Almanya'da, İsviçre'de, Amerika'da eğitim görmüş ve "iyi" değil, "çok iyi " yetişmiş; köşeyi kolayca dönebilecekken, kollamak istedikleri Türkiye'nin sanayileşme savaşımına omuz vermeyi yeğlemiş 23 mühendisin 129 günüdür Devrim’...” (1)
İhtilal döneminin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in talimatıyla Türkiye’nin ilk yerli otomobili Devrim’i, 129 günde üreten 23 mühendisin en genci Kemalettin Vardar; "Devrim bizim için ‘yapamazsınız’ diyenlere karşı bir namus davasıydı. Yaşadığımız birçok şey hiç kolay olmadı. 75 yaşındayım ve hálá çok öfkeliyim" diye konuşmuştu. Devrim’in meclisin önünde ilk kez halkla buluştuğu gün dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel içindeyken yolda kalış nedeninin hiçbir zaman araştırılmadığının altını çizen Vardar, "Otomobil yolda kaldıktan sonra projeyi her zaman savunan Cemal Aga duygusallaştı. O ilgisini kesince de bir daha sorunun neden kaynaklandığına bile bakan olmadı. Paşanın bindiği otomobili kullanan Rıfat Serdaroğlu çok titiz bir adamdı. Araca benzin koymamış olması imkansız. Sorun iki şeyden kaynaklanmış olabilir. Birincisi biz başlangıçta otomobilin 800-850 kilo olacağını düşünmüştük. Ancak 1 tonu geçtik. Bunun üzerine motoru ’ya yetmezse’ düşüncesiyle tadil ettik. Ama motor yetersiz kalmış ve otomobili kullanan Rıfat’ın sürüşüne de yansıyan heyecanı nedeniyle boğulmuş olabilir. Ya da benzin deposu ile gösterge arasındaki bağlantıda da bir sorun yaşanmış olma ihtimali de var." (2)
Bu arada değerli okurlar, TAİ'nin tasarladığı yerli eğitim uçağı HÜRKUŞ, 29 Ağustos sabahı test pilotu Murat Özpala'nın kumandasında 33 dakika uçtu, testlerini başarı ile tamamladı. Altını çizmek istedim çünkü Selçuk Yöntem’in sunuculuğunu yaptığı Star TV ekranlarında yayınlanan BÜYÜK RİSK yarışma programında soruldu ve 3 yarışmacı da “Hürkuş”, doğru yanıtını veremedi!. Murat Özpala'nın, ilk test uçuşu sonrası; “Kalkış için frenleri bıraktığımda 1600 beygirlik motorun çekişiyle pilot koltuğuna adeta yapışarak HÜRKUŞ’un yıllar süren gökyüzü hasretine nihayet son verdim. HÜRKUŞ’un gökyüzüyle buluşması aslında bu millet için çok daha fazlasını, çok daha büyük özlemi ideali, ihmal edilmiş yıllar içerisinde yükselen bir özgüven bariyerinin aşılmasını ifade ediyor” demesi, her şeyin özeti…
Demem o ki Türk milletinin yükselmesine hizmet eden tüm amaç, araç ve kişilerin emeğine saygı bakımından özellikle başka bir konu hicvedilirken milli olan bu değerler malzeme edilip harcanmasın bir kalemde ve de kaldı ki o günlerde sahip çıkılabilseydi bu yiğitlere ve üretimlerine, Türkiye uçmuştu bugün, diz çöktürmüştü 7 düvele… Türkiye’yi yerinde saydıran hatta geriye gitmesine sebep olan geçmişteki hataları, günümüzde tekrarlamayalım.