Türban Soslu 'KÜRT' Paketi

Türban Soslu 'KÜRT' Paketi

DÜNYAYA BİR YUGOSLAVYA YETER

Uluç GÜRKAN


Önce bir yanlışı düzeltmek gerekiyor... Açıklanan bir “demokratikleşme” paketi değildir.  “Türban” soslu bir “Kürt” paketidir.
İlköğretimde “Türküm, doğruyum” diye başlayan andın kaldırılması… Seçimlerde Türkçeden başka dil ve lehçelerde propaganda olanağı… Siyasi partilere devlet yardımında oy oranının yüzde 7’den yüzde 3’e düşürülmesi, eş genel başkanlık düzeni, hükümlülere üyelik ve oy hakkı… Yerleşim yerlerinin isimlerinde eskiye dönülmesi, Türkçe alfabede olmayan “W, Q, X” gibi harflerin serbestîsi… Paketin büyük gövdesini oluşturan bütün bu adımlar, “özel okullar ve öğretim kurumlarında ana dilde eğitim” vaadiyle birlikte, Abdullah Öcalan ile sürdürülen “Kürt sorunu” müzakerelerinin ürünüdür.
Buna rağmen, paketin ne BDP’yi, ne de terör örgütü PKK’yı tatmin etmediği görülmektedir. Diyarbakır’da onbinlerce kişiyi yürüten BDP “paketi tanımadığını” ilan ederken, PKK adına Kandil’den, “Paket, AKP’nin çözüm değil, çözümsüzlüğü bir politika olarak benimsediğini ortaya koymuştur” açıklaması gelmiştir.
Kimi “akil” adamlarının pakete “aldatıldık” tepkisi de AKP hükümetinin Kürt sorununa çözüm ararken düştüğünü yanılgıyı göstermektedir. 

Ayrılıkçı Kürt hareketinin paketi “yetmez ama evet” anlayışıyla da olsa sahiplenmemesi, özünde ana dilde eğitim taleplerine “özel okul” formülüyle karşılanmak istenmesi nedeniyledir.
Bu formül, Lozan’da “gayrimüslim” Ermeni, Rum ve Yahudi azınlıklarına tanınan “kendi okullarını açma” serbestîsinin kötü bir kopyasıdır. Ayrılıkçı Kürt hareketi bu formülün kendilerini de Türkiye’de fiilen azınlık konumuna düşüreceğinden kaygılanmışa benzemektedir.
Oysa talepleri, Türkiye’nin kendisini çok uluslu bir ülke olarak ilan etmesi ve bu temelde “özerklik” görüntülü bir “sınır aşan bir Kürt konfederasyonu” yapılanmasıdır. Bu hedefe varmak için terör silahını hep elde tutmak ayrılıkçı Kürt hareketinin vazgeçilmez politikasıdır.
Türkiye, kendisini çok uluslu bir ülke olarak tanımlamaya razı olamaz. 
Dünyada çok uluslu ülkeler istisnadır. Bir istisna eski Yugoslavya’dır. Orada yaşanan trajedi hafızalarımızda hala tazedir… Türkiye, “dünyaya bir Yugoslavya yeter” anlayışıyla “yurtta sulh, dünyada sulh” politikasını odaklanmalıdır.

DAR, DARALTILMIŞ BÖLGE
        
Başbakan Erdoğan'ın açıkladığı paket, çok tartışılan seçim barajı konusundaki önerileriyle de çok ulusluluk zorlamasına kapı aralamaktadır.
         Seçim barajı birincisi mevcut sistemle yani yüzde 10 barajıyla devam etmek, ikincisi seçim barajını yüzde 5'e indirerek "daraltılmış bölge seçim sistemine” geçmek, üçüncü öneri ise seçim barajını tamamen kaldırarak "dar bölge seçim sistemini” uygulamak biçimindedir.
         Barajı seçim çevrelerini daraltarak düşürmek aldatmacadır. Genel baraj ne kadar düşerse düşsün, daralan her seçim çevresi kendi içinde daraldığı oranda yükselen bölge barajı oluşturacaktır. Ötesinde, günümüz koşullarında seçim çevrelerin ölçüsüzce daralması, bizi birbirimizle birleştiren ulusal değerlerimiz yerine bizi birbirimizden ayıran etnik köken, dini inanç, hemşerilik gibi nedenleri öne çıkaracaktır.
         Türkiye, 12 Eylül kalıntısı yüzde 10 barajını seçim çevrelerini ölçüsüzce daraltmadan yüzde 5’in altına düşürmelidir. Katılımcı ve çoğulcu demokrasi bunu gerektirmektedir.

PAKETİN SOSLARI

         Kamuda, bu arada TBMM’nde türban serbestîsi, Türkiye’nin dini siyasetin dışında tutmaya dönük laik düzeninin daha İslami bir yapıya evirilmesi anlamındadır.
         Bu bağlamda, dini ibadetin engellenmesi konusunda ceza yasasında yapılacağı söylenen düzenlemeler de düşündürücüdür. Örneğin, dini ibadeti kim, nasıl tarif edecektir? Cem evleri ibadethane, semah ibadet sayılacak mıdır? Sayılmayacaksa, yasada belirlenen dini inançlar ve ibadet biçimlerini din devleti çağrışımı yapması nasıl önlenecektir?
Son olarak, nefret ve ayrımcılık konularında yapılacak ceza yasası değişiklikleri Türklerin kendin, ifade etme hakkını güvence altında tutacak mıdır? Gerçekten merak ediyorum.