Dünyanın neresi olursa olsun, duyarlı olan herkes gibi, hiç hak edilmedik açlık ve ölümler, hiç yaşanmasın isterdim, bu yeni yılda.
Oysa, acılar eskitildikçe, yine yeniden çoğalıyor, o açlık ve ölümler.
Acılar da tıpkı eşyalar gibi, her yeni yılla birlikte eskidikçe çürüyor.
Çocukların acılı sancılarla büyüdüğü bir dünya değil, bilimin aydınlık yüzüyle büyütüldüğü bir gezegen için savaşabilsek keşke. Ama savaşamıyoruz.
Peki niye?
Öz irademize el koymasına izin verdiğimiz gözü doymaz iktidarların, saltanat içinde yaşamalarını sorgulamadıkça,nasıl eskimesin ki, yeryüzünün acıları!
Sözde cennette, fakire ödül vadederek kandıran iktidarlara inandıkça, nasıl bitsin ki, bu açlık ve ölümler!
Kaderimizin, daha doğmadan yazıldığına inandırıldığımız, her şeye gücü yeten ama bizleri din, mezhep, ırklara bölen bir gücün, bu dünyada bir nebze olsun niçin eşit adalet dağıtmadığını sorgulamaktan da korkuyoruz.
Korkuyoruz, çünkü hepimiz, o cinli perili korku yaratan kutsanmış kitaplara inandırılarak büyütüldük.
Bu tutsak köleci inançlarla büyüyen hangi kişi sorabilir, özgür irade nedir!
Yaşamını, bölücü dinsel korkular üzerine kurgulamış olanlar, o yaşamın herkes için kutsal olduğunu nereden bilebilir!
Farz edelim ki, bir ticaret hanemiz var. O kapıdan giren her müşteriyi ırkından, dininden ve mezhebinden dolayı geri mi kovacağız?
Kanamalı bir hasta için ihtiyaç duyulan bir kanın ırkının, mezhebinin, dininin bir önemi olmadığını kabul ettiğimiz gibi kabullenmeliyiz, birbirimizi.
Ama ne yazık ki, sadece ve sadece, yüreğimiz ve dilimizde pelesenk olmuş yaşam, umut şarkılarıyla öleceğiz bizler de.
"Keşke," diyorum, keşke kişisel sorumluluklarımız kadar da sosyal sorumluluk sahibi olabilsek fakat, kendi acılarımız bile, ne çabuk eskiyor.
Acılar çocuk olmuş.
İktidarların bize sunduğu dinsel ninnilerle avutuyoruz, o çocuk acıları.
Yine de yeryüzünün bir gün cennet olacağı umuduyla, hepimizin yeni yılı kutlu olsun arkadaşlar.