YAĞMUR GÖZYAŞLARIMA KARIŞIYORDU

Mehmet Talay


Seçimle yatıyor, siyasetle uyanıyoruz…
İnanın son 3 aydır ne doğru dürüst kitap okuyabildim, ne de ağız tadıyla yeni bir film izleyebildim.
Estetikten yoksun takır tukur, kupkuru, güzellikten nasibini almamış bir süreci yaşamaya başladık.
Sabah/akşam; yalan-dolan bir sürü laf salatası, kadınların dövülmesi ve feryatları, gerçekleşmesi mucizelere bağlı bir sürü projeler ve vaatler, meydanlardan küfürlerle karışık hakaretler, Suriyeli mültecilerin insanlık dramları, çocuklara tecavüz ve öldürülmeler, mutfakta çıkan yangın ile geçen şu 3 ay içinde sanat yok, kitap yok, sinema yok, müzik yok…
Daha da kötüsü örnek olması gereken siyasilerden bolca küfür, külhanbeyi ağızları, tehditler, yalanlar, iftiralar...

Televizyonlarda bir zamanlar Kıbrıs, Yunanistan ve Ermeni meselelerinin “uzmanları(!) fink atarken” şimdi dış politika, terör, uluslar arası ilişkiler, Suriye ve Kürt meselesi ile krize çözüm üreten iktisat “uzmanları(!)” kesilen medya maymunları…

Sıkıldım artık şiddet dolu haberlerden de boyun damarlarını şişirip kan çanağına dönmüş gözlerini devirerek yalan söyleyenlerden de… 
Kapattım televizyonu ve Paris’ten aldığım Fransız cazcı “Edith Piaf’ın The Greatest Hits Full” isimli caz albümünü dvd çalara koyarak gözlerimi kapattım, derin bir karanlığa dalarak saatlerce caz dinlemek istedim.
Daha ilk melodilerde gözlerimin önüne caz müziğinin eşliğinde isyan eden zenci kölelerin özgürlük mücadelesi geldi.
Bir el hareketiyle o görüntüleri sildim karanlık bir dipsize dalmak istedim ama ne mümkün!
Zenci isyanının hemen peşinden bu kez de Paris varoşlarındaki yoksul göçmenlerin sarı yelekleriyle caz söyleyerek ayaklanmaları geldi.
Fırladım yerimden, verandaya çıktım.
Belki gecenin karanlığı beni dinginleştirir diye düşündüm.

Ama inanılmaz bir şey oldu.
Sen misin gecenin karanlığına sığınmak isteyen…
Al sana dinginlik diyerek bir anda belleğimin arka odalarında ne varsa hücum etti; Ruanda katliamından Dersim’e, Kızılderili katliamından Gezi’ye, Nazi Fırınlarından, Roboski’ye, Gazze’den Suriyeli göçmenlere kadar yaşanmış tüm insanlık dramları…
Katilin, zalimin üzerine üzerine caz söyleyerek giden halklar vardı şimdi gözlerimin önünde…
Direnmenin faydası yoktu.
Yeniden gözlerimi kapattım ve bıraktım kendimi Edith Piaf’ın kadife sesine…
Şimdi bende Roboskililerle katır çekiyordum, Gezi’de vurulan Ali İsmail’in yanı başındaydım, Ruanda’da Tutsili zencilerle kurşuna dizliyordum, Suriye’de katillerin vurduğu milyonlarca insan cesedinin yanında yatıyordum, Gazze’de parçalanmış bir çocuk bedenini taşıyordum, Nazi fırınlarından Lazar Ruso ile birlikte kurtulmuştum, Nikaragua’da Sandinistlerle özgürlük sloganı haykırıyordum…
Edith Piaf, başladığı gibi usulca, yumuşacık sustu…

Kalktım, Paşa’nın kulübesine doğru yürüdüm…
Hafif yağmur çiseliyordu.
Paşa, beni görünce kuyruğunu sallayıp elimi yalamaya başladı.
Bahçe kapısını açtım ve Paşa’yla Döşemealtı’na doğru yürümeye başladım.
Yüzüm ıslanmıştı…
Elimle silmeye başlayınca yağmurun gözyaşlarıma karıştığını fark ettim…