“Kurtulmak yok tek başına/ yumruktan ve zincirden/ ya hep beraber/ ya da hiç birimiz” Bertolt Brecht
“Taa ilerilere gitmeli, can damarları içinde dolaşmalıyız… Dikkatli olmalıyız. Erken harekete geçersek, tepemize binerler. Durmadan hazırlanmalıyız.. Zamanı gelince, uygun boşluk bulunca maratona geçeriz… Bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar her adım erken sayılır.”
Şakirtlerini bu sözlerle örgütleyen F.Gülen, çalışmalarına 60’lı yıllarda Kestanepazarı’nda (Bornova) başladı. Yarım yüzyıl içinde ulaştığı güce bakılırsa hem azmini, hem de örgütlenme alanındaki başarısını kabul etmemiz gerekiyor. Bu başarıda “İyi tarikatlar da var”, diyen Ecevit’ten, “Ne istediler de vermedik”, diyen Erdoğan’a kadar 50 yıldır Türkiye’yi yönetenlerin de payı olmalı. Gerçek şu ki, FETÖ örgütü, devletin şemsiyesi altında kuruldu ve gelişti.
İkibinli yıllara kadar nitel çalışmalara ağırlık veren Gülen, AKP’nin erke gelmesiyle birlikte nicel çalışmaları öne çıkardı. Örgütün nicel yükselişine koşut olarak da, erke ortak olma istemini açığa vurmaya başladı.
Ne var ki, (muhalefetin eksikliği sayesinde) ayaklarını yere daha sağlam basmaya başlayan erktekiler, kaynakları paylaşma konusunda eskisi kadar istekli olmadılar. Ancak Gülen de, gerilemeyi ya da bulunduğu konumu korumayı değil, mevzilerini tahkim etmeyi seçti.
Öküzün ölüp ölmediğini bilmiyoruz ama bu aşamada ortaklık bozuldu. Dershanelerden başlayan çözülmeyi durdurmaya gücü yetmeyen Gülen, riskli de olsa köprüden önceki son çıkışı kullanmaya karar verdi.
Özellikle TSK ile yargıda ulaştığı güce bakılırsa “ya herru,ya merru” çıkışının çok da temelsiz olmadığını düşünebiliriz. Başta ABD olmak üzere yabancıların, seçilmiş hükümete desteklerini açıklamak için kalkışma sonucundan emin olmayı beklemiş olmaları da bu tezimizi güçlendiriyor.
Sonuçta TSK, çökertilmiş haliyle bile, darbe girişimini alt etmeyi başardı. Bu durumda dinci gruplardan birinin tasfiye edildiğini düşünebiliriz, ancak ikincisi iktidardır.
Göstericilerin, iktidarın hoşgörüsü sayesinde IŞİD’vari tutumlarıyla, Hitler’in kara gömleklileri rolüne soyunmuş olmaları da; caminin, siyasetin ortasına yerleşmesi ve alanını genişletme çabasını sürdürmesi de demokrasi adına kaygı vericidir.
TBMM’nin işlevsizleştiğini, Yargı erkinin teslim olduğunu ve bütün güçlerin tek elde toplandığını da not ettikten sonra düşünelim:
Cumhuriyeti koruma, demokrasimizi geliştirme, aydınlanma ve insanlaşma yolunda umutlarımız söndürüldü mü?
Bence kaygıya yer yok.
80 milyon, ortak değerlerimiz temelinde birleşemezsek ayakta duramayız. Bu noktadan yola çıkalım.
Dinsel ve düşünsel ayrılıklarımızı saklı tutarak Cumhuriyetin kazanımları; yani demokratik, laik, sosyal hukuk devleti, bağımsızlık ve ülke bütünlüğü konusunda birleşebilirsek bu güzelim memlekette hep birlikte soluk alabiliriz.
Yüce Atatürk’ün ışıklı yolundan başka rehbere de ihtiyacımız yok.