Hani bir “saraydan taht kaçırma” durumu vardı; 2011 yılında Topkapı Müzesi Müdürü Yusuf Benli, Topkapı Sarayı Harem bölümündeki III. Selim’e ait tahtı, lojmanına taşıtmaya kalkmıştı. Olayın basında geniş yankı bulması üzerine Benli, eski görev yeri olan Konya Müze Müdürlüğü’ne iade edilmiş. Fakat bu sefer de Mevlana Müzesi bahçesindeki Şeb-i Arus Havuzu’nu, alttan su kaçırıyor gerekçesiyle kaldırıverditmiş!
İşgüzarlık bu ya!
Bin yıllık havuz, alanı daraltıyor ve/veya alttan su kaçırıyor bahaneleriyle bulunduğu yerin sadece 3,75 mt ötesine taklidini yapma gafletine düşmüşler. Mermerlerini sökerken de parçalamışlar.
‘Oldu Bitti’ye getirme anlayışı
Üstelik bu gafil işleme onay verilirken toplantıda sanat tarihçisi üye (başkan) yokmuş!
Havuz bin yıllık değil de birkaç asırlık olunca değeri mi düştü?
Müzenin kıdemli eski müdürü Erdoğan Erol, havuzun tarihi değerine ve yapılan bu işlemin cinayetle eşdeğer olduğuna dikkat çekmek için şunları söylüyor:
“Babadan oğula geçen anlatımlara göre burası Selçuklu Sarayı'nın gül bahçesi iken dönemin padişahı Alâeddin Keykubat tarafından Mevlana'nın babasına hediye edilmiştir. İçerisinde bulunan havuz da gül bahçesinin en eski yapısıdır. Bu duruma göre havuz yaklaşık 1000 yıllık bir geçmişe sahiptir”.
Havuzun iddia edildiği gibi bin yıllık olabilmesinin mümkün olmadığını ifade eden Konya Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan ise "Mevlana ailesinin Konya'ya gelişlerinin 1200'lü yılların ortalarında olduğunu düşünürseniz, gerçekler daha iyi anlaşılır. Bu havuz da muhtemeldir ki daha sonraki dönemlerde yapılmış” diyor ve ekliyor; “Bu havuzun da bu haliyle birkaç yüzyıldır var olduğunu biliyoruz”!..
Dediğiniz gibi 1200’lü yılların sonlarında bile yapılmış olsa neresinden baksanız 700-750 yıllık bir tarihi eser için “birkaç yüzyıldır var” deyip, kestirip atamazsınız; ne yapılan bu gaflet işlemi ne de maddi ve manevi değeri büyük bir tarihi eseri…
Özellikle dini alanlarda yenileme yaparken azami özen gerekir
İnançlara saygı bakımından kutsal alanların muhafazasında hassasiyet daha da önem arz eder. Şaban Karaköse, ‘Hz. Mevlana Vefatı Sonrası Şeb-i Arûs Törenleri’ ara başlığında Mevlana’nın zamanında bile şeriatçıların, cenazelerin Şeb-i Arus merasimiyle uğurlanmasına şiddetle itiraz ettiklerini belirtiyor ve havuz konusunda şunları yazıyor:
-Abdülbaki Gölpınarlı, bu konuda şunları kaydetmiştir:
“Mevlânâ'dan, hatta Selahaddin-i Zerkubi'den itibaren cenazelerin neyler çalınarak, davullar ve mazharlar (kenarı zilsiz defler) dövülerek, besteler okunarak ve sema edilerek götürülmesi adet olmuştu. Mevlânâ'nın zamanında bile şeriatçılar buna şiddetle itiraz ediyorlardı, fakat dinleyen yoktu ve Mevlânâ'nın nüfuzu hepsini susturmuştu. Sonraları medresenin galebesi, âyin okunup ney ve kudüm çalınmasını, ancak cenazenin yıkandığı ve kefenlendiği zamana hasretti. Dışarıdayken cenaze ism-i Celal ile götürülürdü.”
“Mevlânâ'nın vefatının kameri seneyle her yıl dönümü gecesi, Konya'da meydan odasının önündeki havuzun başına hasırlar, halılar serilir, herkes toplanır, âyinler okunur, meyveler yenir, sohbetler edilir, böylece bir sema meclisi kurulurdu. Sonunda bir gülban* çekilerek bu hususi âyin-i cem'e son verilirdi. O geceye 'düğün ziyafeti gecesi' anlamına gelen “şeb-i urs” denirdi. Bu yüzden havuzun adına da “şeb-i urs havuzu” denmişti. Bu söz, halk arasında, 'gelin-gerdek gecesi' anlamına gelen ve aynı mânâyı ifade eden “şeb-i arus” şeklini almıştı. Mevlânâ'nın vefat yıldönümü kışa rastlarsa bu tören meydan odasında icra edilirdi. Görülüyor ki Mevlânâ'nın vefatı Mevlevilerce bir vuslattı ve o gece bir gerdek gecesiydi.”**-
* Ayinin bitiminde Şeyh şu şeb-i arûs gülbankını çekerdi:
“Bîşter â bîşter â cân-ı men
Peyk-i der-i Hazret-i Sultân-ı men
Vakt-i şerifler hayrola, hayırlar fethola, şerler defola, leyle-i arûs-ı rabbânî, vuslat-ı halvetserây-i sübhanî, hakk-ı akdes-i Hudâvendgârîde an-be ân vesile-i i'tilâ-yı makam ve fuyuzât-ı ruhâniyyet-i aliyyeleri cümle peyrevânı hakkında şâmil ü âmmloa, Dem-i Hazret-i Mevlânâ, sırr-ı Şems-i Tebrîzî, kerem-i İmâm-ı Alî, Hû diyelim, Hû…”(Gölpınarlı, Mevlevi Adab ve Erkanı, s. 104)
** Gölpınarlı, Mevlânâdan Sonra Mevlevilik, s. 424
Temsili iki mezar taşı, nereye battı?
Havuzu ötelerken bir de müzedeki ‘Ruhlar Mezarlığı’ olarak bilinen bölüme 48 yıl önce ünlü şair Nef-i ve Pakistanlı düşünür Muhammed İkbal için konulan temsili mezar taşlarını da ‘yeni düzenleme’ gerekçesiyle kaldırmışlar.
Emperyalizmin yönlendirmesiyle Osmanlıcılığın pompalandığı, ‘Türk’ olmanın ‘faşistlik’ ilan edildiği, ölümünden 75 yıl sonra bile hırsla Atatürk ve eserlerini yıkma mücadelesindeki son süreçte temsili mezar taşları kaldırılan isimleri, kısaca hatırlayalım:
Nef’î (Ömer), (1572-1635) 17. yüzyıl Dîvân şairimizdir. Dönemin sadrazamı, şeyhülislamı, müftüsü dememiş, ağır yergiler düzmüştür. Sadrazam Gürcü Mehmet Paşa, Ekmekçizâde Ahmet Paşa, Kemankeş Ali Paşa, Hafız Ahmed Paşa, Halil Paşa,Recep Paşa, Bâki Paşa hicvettiği devlet adamların başında gelir. Tam bir tarih ve sebep bilinmemekle birlikte, 8 Şaban 1044/27 Ocak 1635 günü Vezir Bayram Paşa hakkında söylediği bir hiciv yüzünden sarayın odunluğunda kementle boğulup öldürülerek, cesedinin denize atıldığı bilinmektedir.
Pakistanlı Muhammed İkbal ise şiirleriyle, Hindistan'daki Müslümanların, İngiliz sömürüsüne karşı başkaldırmalarını sağlamış ve Pakistan'ın kuruluşunda büyük tesiri olmuştur. Atatürk için, "Bizim aslımız, rengi uçmuş bir kıvılcım iken O'nun bakışıyla, cihanı kaplayan ve aydınlatan bir güneş haline geldik!" demiştir. Kurtuluş Savaşı yıllarında, zaten zordaki Pakistan halkını, Türk halkının milli mücadelesine destek vermek için örgütlemiş, milli mücadelede kullanılmak üzere Pakistan halkından 1.5 milyon sterlin toplayıp Ankara hükümetine yollatmıştır. Bu paralarla daha sonra Türkiye İş Bankası kurulmuştur. Bir başka hatırada ise; Türkiye'ye gelirken bindiği uçağın Türk hava sahasına girmesi üzerine hemen ayağa kalkan İkbal, bir müddet saygı duruşunda bulunuyor. Bu hareketinin sebebi sorulunca da; "Bu topraklar, Hazret-i Mevlânâ'nın kabrinin bulunduğu mübarek topraklardır ve bu mukaddes mekânda yaşayan millet de öyle bir millettir ki, yıllarca İslâm'ın muhafızlığını yapmıştır. Eğer Türk milleti olmasaydı, İslâm, Arap yarımadasına hapsolunurdu" diyerek Türk dostu olduğunu ve Türk milletine olan saygısını içtenlikle ifade ettiği bilinmekte...
İşin başındaki isimlerden tutarsız açıklamalar
Konya Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan, havuzun kırık taşlarının, ilmi usullere göre, herhangi bir tahribata izin verilmeden yerinden çıkarıldığını belirterek, “Numaralandırılan bu taşlar daha sonra bakıma alındı. Zaman darlığı nedeniyle Şeb-i Arus törenlerinden sonra yerine döşenecek ve havuz orijinal haline yeniden kavuşturulmuş olacak” dedi.
Müze Müdürü Yusuf Benli ise, eski taşların kullanılıp kullanılmayacağı konusunda, “Çalışmalar bitsin. Ondan sonra son halini göreceğiz” diye konuştu.
Ve yaptıkları, yapacaklarının teminatı!
Tarihi havuzu kısmen tahrip ederek kaldırıp imitasyonunu yapmak, hangi düşüncenin ürünüdür diye sorarsanız, yanıt; AKP siyaseti ve bürokrasisinin olur.
“Sadelik” ana fikrindeki dinin mensupları kendilerine VIP cami yaptılar
Başbakan Erdoğan'ın isim ve fikir babası olduğu, inşaatını da sık sık ziyaret ettiği Ataşehir Mimar Sinan Camii, kendisinin teşrifiyle Ramazan'ın ilk Cuma namazıyla açıldı. 40 milyon TL harcanan caminin dış duvarında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzalı bir de hitabe var.
Başbakan, “Ucube” tanımıyla heykel yıktırdı
‘Ucube’ ifadesini heykel için mi yoksa çevresindeki gecekondular için mi kullandınız, sorusuna Erdoğan; "Heykel için kullandım. Heykelin ne olduğunu az çok bilirim. Heykel ile ilgili takdir yetkisi kullanmak için illa güzel sanatlar mezunu olmak şart değil” yanıtını verdi.
Başbakan, “Yol yaparken önümüze cami de çıksa, yıkarız”
3. köprü yapımı nedeniyle ağaçların kesilecek olmasını eleştirenlere tepki gösteren Başbakan Erdoğan, "Biz ammeye hizmet veriyoruz, bireye değil. Yol uğruna her şey feda edilir. Yolun geçeceği yerde cami bile olsa yıkar, başka yerde yaparız" dedi.
Başbakan, “Üç beş çanak çömlek, Marmaray'ı 4 yıl geciktirdi”
Kültür ve Tabiat Varlıklarını İstanbul Bölge Koruma Kurulu'nun Marmaray projesi konusunda verdiği kararları eleştiren Erdoğan, "3-5 çanak çömlek, Marmaray'ı 4 yıl geciktirdi. Yazık değil mi, günah değil mi?" diye konuştu.
“Demokrasilerde her yol mubahtır” mantığı
AVM vb yapılması amacıyla satmak istedikleri tarihi binaların bir kısmında yangınlar çıktı; görüldü ki yangından koruma ve yangın söndürme işlemlerinde gaflet var!
İntihal de serbest
Türk kültüründe, savaş zamanlarında bile toplumsal hizmet ve tarihi eserleri yakıp yıkma yoktur. İmitasyonunu yapmaktansa aslını korumak gerektiğini öngöremeyen AKP iktidarında Danıştay, bilim hırsızlığı yapan öğretim üyelerinin üniversiteden atılmalarının, yasal dayanaktan yoksun olduğuna hükmetti. Yani bir anlamda intihal yapmak da serbestleştirildi. Tarihi eserlere; “3-5 çanak çömlek” ile “1-2 kırık taş” gözüyle bakan zihniyet sayesinde medeniyetler beşiği ülkemiz topraklarındaki tarihi eserler, 3-5 kuruşa yurtdışına çıkarıldı. Aynı zihniyette, bilgi hırsızlığı da suç olmaktan çıktı! Hayırlı işler…