İnsan sürüsü olur da, köpek sürüsü olmaz mı? Daha gün ışırken, sürü köpeklerin uluma sesleriyle uyanır oluyoruz artık.
Tilki Kurnazlığıyla Her Canlıyı Av Sanıyor
Gecekondu evlerimizin önünde, hemen hemen hepimizin bir kapı köpeği vardı. Bobi, bizim köpeğimizdi.
Henüz yavruyken, toprak bir yol üzerinde inler halde bulmuştuk onu.
Kapımız önünde, dört bir yanı rüzgâr alan naylon kaplı uydurma kümesi çabucak benimsemişti. Ama gece ayazlarında, duraksamadan geri dönerdi aynı inlemeler.
Çocuklarımla birlikte büyüyordu Bobi. Akıllı ve sezgiliydi. Nereden, kimden, ne vakit zarar gelecek, o önsezi ile farkındaydı tehlikelerin. Olur, olmaza erkeklik taslamaz, hatta hiçbir şiddete bulaşmazdı. Gözleriyle, ya da inlemeliyken anlatırdı meramını.
Kuşkuluydu çevreden. Üşümüş haliyle, bazen hastaymış gibi bakan gözleri ilişirdi gözlerimize. O anlarda, kapı girişine almak isterdik. Hani; “Hayvan” denilir ya. Direnirdi girmemekte. Bilirdi haddini.
Yarı aç kalırdı hep. Ama o da alışmıştı var olan yoksulluğa.
Buna rağmen başka çöplüklere gitmez, hakkı olmayan bir şey için diş göstermez, çorba ya da ot, önüne ne konulursa aynı kibarlıkla yerdi yüksünmeden.
Günlerden bir gün, bakstır cinsi, kuyruksuz erkek bir köpek göründü mahallede. Tüyleri gür ve parlak mı parlak, oldukça da besili.
“Hali vakti yerinde birinin köpeği olmalı. Adresi kaybetmiştir kim bilir” diye düşünüyoruz.
Günler geçiyor, bakstır, bizim mahallenin toprak yollarında geziniyor hala. Evlerin kapılarını yokluyor bir bir.
O kapı bu kapı derken, iyicene yerleşiyor mahalleye.
Ev kapılarımızın birkaç metre uzağına şöyle bir kıvrılıp, gözlerimizin içine baktıkça acıyoruz yalnızlığına.
Ekmek atıyoruz açlığına, acıma duygusuyla.
Şefkat besliyoruz, doyuruyoruz kapı kapı.
“O da bir canlıdır” diyoruz.
İnsan sürüsü olur da, köpek sürüsü olmaz mı? Daha gün ışırken, sürü köpeklerin uluma sesleriyle uyanır oluyoruz artık.
Bakıyoruz, sürünün başını kuyruksuz bakstır çekiyor. Çete kurmuş sanki? Ola ki yolunu şaşırmış bir hayvan gördüler, öç alma vahşeti bir saldırıyla çullanıyorlar hayvana. Geçmişten gelen bir husumetin öcü gibi, çirkinleşen sırıtık dişlerini geçiriyorlar müdafaasıza.
Tüyleri parlak.
Ensesi kalın.
Tilki kurnazlığıyla her canlıyı av sanıyor.
Dil ucu sivri.
Bakışları akbaba.
Gücün yanında yer alıyor hep.
İnsan görünce yaltaklanıyor.
Bakstır, bizim mahallenin mafya babası kesiyor, hem de günler içinde.
Zamanla, mahallenin sahipli köpeklerine de diş geçirmeye kalkışıyor. Kapılar önüne biraz daha sinsice yaklaşarak şöyle bir göz atıp, ortada kimseler yoksa aynı an saldırıya geçiyor çetesiyle birlikte.
Bir gün iş dönüşü, bizim evin önünde kıyamet kopuyor.
Bobi yere serilmiş, kan revan içinde nasıl bağırıyor. Elime geçirdiğim sopayla dağıtmaya çalışıyorum çeteyi.
Son süratle kaçıyorlar, başta bakstır.
Hain.
Kıskanç.
İşbirlikçi.
Kralcı.
Tüm mahalle halkı, geç de olsa bunun farkına varıyor.
Ondan daha acımasızlar, ölüm fermanını yazıyor.
Sokak ortasında, toprak yol üzerinde öldürülüyor birkaç kurşunla, kuyruksuz.
Tüyleri parlak, ensesi kalın, bakışları akbaba, kralcı köpeğin öldürülmesi, yine de vicdanları sızlatıyor.