Türkiye Barolar Birliği (TBB) seçimi geçtiğimiz günlerde sonuçlandı. Ankara Barosu Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu seçimi kazanarak TBB Başkanı oldu. Kendisini kutluyor, Atatürk Türkiye’sinin geleceği yönünden başarılı olmasını yürekten diliyoruz.
Türkiye Barolar Birliği (TBB) seçimi geçtiğimiz günlerde sonuçlandı. Ankara Barosu Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu seçimi kazanarak TBB Başkanı oldu. Kendisini kutluyor, Atatürk Türkiye’sinin geleceği yönünden başarılı olmasını yürekten diliyoruz.
İslami düzen kurmak isteyen siyasal iktidar yüzünden Türkiye’de her şeyin kötü gittiği bir sırada bu seçim sonucu, tıpkı totaliter despotizme karşı gerçekleştirilen “Direniş gibi yeniden umut kaynağı olmuştur. Çünkü Sayın Feyzioğlu, Atatürk ilke ve devrimlerini içselleştirmiş, ulusal birliğe ve ülke bütünlüğüne inanan, ulusal ve üniter devlet yapılanmasının savunucusu, haktan, adaletten ve hukukun üstünlüğünden ödün vermeyen bir hukuk profesörüdür.
Bilindiği gibi yargı üç köşelidir; sav, savunma ve yargılama. Sav köşesinde savcı, savunma köşesinde avukat, yargılama köşesinde ise yargıç oturur. Savcı “savlar” (iddia eder/suçlar), avukat savunur, yargıç da her ikisini dinledikten sonra ve hukuksal delillere dayalı olarak karar verir. Üçü bir arada olmadan ve işlevlerini tam olarak yerine getirmeden, adil yargılamadan söz edilemez. Mahkeme adalet dağıtır; savcı ve avukat adalete yardımcı olur.
Siyasal iktidar 2010 anayasa değişikliğiyle yargıç ve savcıları ele geçirmiş, yandaş kılmış, güdümüne almıştır.
Önce Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’yla (HSYK) işe başlanmıştır. Anayasa’ya konulan geçici maddelerle, AYM ve HSYK bir ay içinde “siyasal iktidarla aynı dünya görüşüne sahip” üyelerle donatılmıştır. Böylece bu yargı kurumlarının siyasal iktidarın ana projesini (İslami cumhuriyet) gerçekleştirmek için attığı adımlara engel olması önlenmiş; tam tersine bu adımları kolaylaştırıcı kararlar almaları sağlanmıştır.
Ardından Yargıtay ve Danıştay yasaları değiştirilip, üye sayıları artırılarak Yeni HSYK’nın bu üyeliklere, yine siyasal iktidarın aldığı kararları onaylayacak yargıç ve savcıları ataması sağlanmıştır. Emekli olanların yerine atananlarla birlikte bu yüksek mahkemelerde de çoğunluk siyasal iktidarın eline geçmiştir.
HSYK ayrıca, önemli mahkemelere, özellikle “özel yetkili mahkemelere”, siyasal iktidarın isterleri doğrultusunda karar verecek yargıç ve savcıları atayarak, yargıda siyasallaşma eylemini sürdürmüştür.
İktidar ve yandaşlarının isterlerine uygun karar verenlerin ödüllendirilip, tersi karar verenlerin cezalandırılmasıyla da yargıdaki operasyon tamamlanmıştır.
Ancak savunma, yani avukatlar henüz ele geçirilememiştir. İşte şimdi tüm yoğunluğuyla bu grubun üzerine gidilmektedir. “Tayyip Erdoğan Devleti”nde özerk, bağımsız bir kuruma asla yer olamayacağı anımsatılmak istenmektedir.
Türkiye’deki 79 barodan en kalabalık üyeye sahip, dolayısıyla da TBB’nde delege çoğunluğunu elinde bulunduran İstanbul, Ankara ve İzmir baroları Atatürk Cumhuriyeti’ni savunmayı sürdürmektedirler. “Savunmayı sürdürme” ne söz, AKP yargıç ve savcılarına, deyim yerindeyse “kök söktürmektedirler.”
Bu baroların seçimlerinde etkili ve egemen olduğu TBB de siyasal iktidarın isterlerine uygun olmaktan çok uzaktır. Kuşkusuz avukat örgütlerinin ele geçirilememesinde, Ankara, İstanbul ve İzmir baroları üye ve yönetimlerinin çağdaşlığı ve Atatürk yolunu benimsemiş olmalarının rolü büyüktür. Bu baroların delege sayıları, Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) ele geçirilmesine de engel oluşturmaktadır.
Çağdaş ve Atatürkçü avukatların çokluğu nedeniyle üç büyük baro yönetimini ele geçiremeyen siyasal iktidar İstanbul Barosu’nu ve TBB’ni hedefine koymuştur.
İstanbul Barosu
İstanbul Barosu, Silivri davalarının savunmanı olan üyesi avukatların sorunlarına, doğal ve yasal olarak sahip çıkmıştır. Çünkü o yiğit insanlar bilmektedir ki, Silivri’de yargılanan “Atatürk Cumhuriyeti”dir ve siyasallaştırılan yargının vereceği karar, Balyoz davasında olduğu gibi, baştan bellidir. Bu süreçte savunma hakkı yok edilmiştir. Aslında avukatlara değil, savunma hakkına sahip çıkılmaktadır.
Bunun üzerine Baro Yönetim Kurulu üyeleri hakkında “yargı görevini etkilemeye teşebbüs”ten dava açılmıştır.
Adalet Bakanlığı, İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyelerinin, açılan dava nedeniyle görevlerini bırakması gerektiğini iddia ederek yetkisiz saymakta, onların imzasını taşıyan avukatlık ruhsatlarını onaylamayarak, görevden çekilmeyen yönetimi güç durumda bırakmaya çalışmaktadır.
İstanbul Barosu yönetiminin görevden çekilmesi gerektiğini içeren Adalet Bakanlığı yazısı, TBB’nce sert biçimde yanıtlanmıştır. Yanıtta, Adalet Bakanlığının yorumu, “masumiyet ilkesine aykırı, öznel ve hukuksal temelden yoksun zorlama bir yorumdur” denilmektedir.
Çünkü Bakanlığın dayandığı Avukatlar Yasası’nın 92. maddesine göre, hakkında dava açılan avukatın yönetim kurulu üyeliğinin düşmesi için, (ı) işlendiği iddia edilen fiil, avukatlığa engel bir suç oluşturmalı, (ıı) bu suç nedeniyle son soruşturmanın açılmasına karar verilmiş bulunmalıdır.
Bu iki koşul bir arada gerçekleşmeden avukatın yönetim görevini bırakmasına yasal gereklilik yoktur. İstanbul Barosu yönetimindeki avukatlar hakkında açılan davada dayanılan suç, avukatlığa engel bir suç değildir. Dolayısıyla iki koşuldan biri oluşmadığı için Yönetim Kurulu üyelerinin görevlerini bırakmasına gerek bulunmamaktadır.
Ne var ki, Bakanlığın, İstanbul Barosu’nca verilen avukatlık ruhsatını onaylamamaktaki amacı, konunun idari yargıya taşınmasını sağlamaktır. Çünkü bilinmektedir ki, dönüşen idari yargı siyasal iktidarın isterleri doğrultusunda karar verecektir. Böylece İstanbul Barosu’nun ve TBB’nin karşısına bu kez yargı kararıyla çıkılacaktır.
Türkiye Barolar Birliği
Siyasal iktidar, TBB’ni ele geçirmek için de Yasa’da değişiklik yapma hazırlığı içindedir. Yapılacak değişiklikle Ankara, İstanbul ve İzmir barolarının, Birlik seçimlerindeki etkisini azaltmaya çalışmaktadır. Başka bir anlatımla Birlik Genel Kurulu’ndaki üç büyük baronun delege sayısını azaltmayı amaçlamaktadır. Bunun için AKP milletvekillerince yasa önerisinde bulunulmuştur.
Öneri demokratik toplumun gereklerine ve Anayasa’ya aykırıdır. Çünkü 50 bin üyeyle Avrupa’nın en büyük barosu olan İstanbul Barosu’yla, 50 üyeli Hakkâri Barosu’nun, Birlik seçimlerindeki oy hakkını neredeyse eşitlemeye çalışmanın demokratik hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmasına olanak yoktur. Açık söylemek gerekirse, siyasal iktidar ve yandaşlarının demokrasiyi, hukuku ve Anayasa’yı dikkate almak gibi bir çabaları da yoktur.
Aynı oyun, Anayasa değişikliğinden sonra baroların Anayasa Mahkemesi’ne üye seçiminde de oynanmıştır. Bu seçimde baroların her birine, üye sayısı gözetilmeksizin “bir oy” hakkı verilmiş; böylece yandaş baroların seçim sonuçlarına etkili olması sağlanmıştır.
Toplumun tüm bunları unuttuğu sanıldığı için, “Atatürk Cumhuriyeti’ni koruma” refleksine dönüşen “Gezi Parkı Direnişi”ne gerekçe bulunmaya çalışılmaktadır.
Yazımızı, TBB’nin ve baroların “Direnişçi Çapulculara” verdiği hukuksal desteğe teşekkür ederek bitirmek istiyoruz. Bu yoldaki tüm gönüllü avukatlara selam olsun.