Yüce Atatürk’ün önderlik ettiği Türk Devrimi sayesinde uygarlık merdiveninde 200 yıllık basamağı 15 yılda atladığımızdan olsa gerek, ulaştığımız yerde tutunamıyoruz.
Hem basmadan geçtiğimiz basamakları yaşayıp özümseyemediğimizden; hem de uygarlaşmanın gerektirdiği emeği harcamadığımızdan, bedelini ödemediğimizden.
Siyaseti el âlem gibi sınıfsal yapı temelinde değil de kaynakları paylaşma temelinde şekillendirişimiz bundan. Aynı nedenle siyasal partilerin sınırları yoktur. Bunu hem partiler arasında mekik dokuyan vekillerimizden, hem de parti yönetenlerinin söyleminden anlıyoruz.
“Bana milliyetçiler suç işliyor dedirtemezsiniz”, rahmetli Demirel’in sözüdür. Ülkücüler kullanılarak ortalığın kan gölüne döndürüldüğü ortamda söylenmiş bu sözden, Demirel’in ülkücü olduğu sonucu çıkarmamız olanaksız. Ancak bu söylem ve kuşku yok ki bu söylemi destekleyen tutum ülkücülere şemsiye olmuştur.
HDP’nin, PKK terör örgütüne şemsiye olduğu gibi.
AKP’nin İslamcı terör örgütlerine (FETÖ dahil) şemsiye olduğu gibi.
“Ne istediler de vermedik”, budur. “İslamcı terör örgütü olmaz”, önermesi bundandır. IŞİD’in DEAŞ yapılması bundandır,
Siyasal yapıların kendi tabanlarını tutmak ya da geliştirmek için başvurdukları bu tutum, bir noktaya kadar anlaşılabilir. Elverir ki sınırlar olsun.
Bu sınırlar, barış içinde bir arada yaşamanın koşulları olarak, çağdaş dünyanın benimsediği ve tanımladığı sınırlardır.
Demokrasidir, temel hukuk kurallarıdır, insan haklarıdır; insanlaşmanın ve aydınlanmanın ortak değeridir.
Türkiye’nin yönetiminde söz ve karar sahibi olmak isteyen her yapı kendi sınırlarını çizmeli, insanoğlunun binlerce yılda oluşturduğu ortak değerlere saygı göstermeli.
Yönetenlerden bunu beklemek hakkımızdır.