SAVUNMA SİLAHI OLARAK

Bülent Esinoğlu

Babamın cebinde iki dolma kalem vardı.

Birisi devletin, diğeri kendisinindi. Kendi işi olduğunda kendi dolma kalemini kullanır, devletin işi olduğunda devletin dolma kalemini kullanırdı.

Cumhuriyeti kuranların ahlakı buydu.

O nesil, ahlaklarıyla biriktirdiler, bize bir devlet bıraktılar. Toprak bıraktılar. Vatan bıraktılar.

Zaman geldi, ahlaki davrananlara, tedavülden kalkmış düşünce kalıplarıyla düşünmeyin dediler.

Söylem düzeyinde modern, içerik düzeyinde Batı merkezli olan bu düşünce, aslında, ahlakı biraz bir kenara bırakın anlamındaydı.

Yaşanan bu toplumsal süreç; bir yabancılaşma ve özünden ayrılma süreciydi.

Bu yabancılaşma, dünya ile bütünleşmenin çok iyi olacağı fikrini de içinde taşıyordu.

Biz dünya ile bütünleştikçe, uluslararası sermaye, bizim topraklarımızı onlara Pazar haline getirdi.

Ahlak sadece bize lazım değildi. Uluslararası sermayeye de ahlak gerekliydi.

O da yarattığı ahlakın ceremesini ileri de çekecektir.

Uluslararası sermaye ile gelişmekte olan ülkelerin ilişkisi ahlaki temellere oturtulmamıştı.

Kuralları onlar belirliyor. Bizlerin önüne koyuyorlardı.

Dünya ile bütünleşmek için, gelişmekte olan ülkelerin yöneticilerinin işbirlikçi yöneticiler olması gerekiyordu.

Devlet adamı değil, üretimi düşünmeyen tüccarlar olmasını gerekli kılıyordu.

Durum bu olunca, yalan fikirlerimizin dokusuna yerleşiyor. Eski ve yeni değerler dizisi, birbirleri ile kesişerek, biçimsizleşiyordu.

Tanımlamaya çalıştığım bu süreç; toplumun en üstüne, kendine uygun bir zümre yarattı.

Toplumun en bozuk, en ahlaksız, cahil ve bireyci olan kesimini toplumun en üstüne taşıdı.

Toplumun en üstüne taşıdığımız bu zümre, Mehmetçiğin kanını da, vatanı da satmaya hazırdır.

O zümre için tek amaç; kazanımlarını muhafaza etmek ve mümkünse daha ileri taşımaktan ibarettir.

Yeni rejimin getirdiği bu yapılaşma, üsttekiler ve alttakiler arasında ahlak savaşını zorunlu kılar.

Ahlak meşru bir silahtır.

Altta kalanların üste tepinenlere karşı kullandığı bir silah…

Ahlak savaşının sınıfsal karakteri buradan gelir. Ahlak savaşı yapanlar, farkına varsalar da, varmasalar da yaptıkları ahlak savaşı, bir sınıf savaşıdır.

Dışarıdan bakıldığında görünmeyen ama alttan alta yürüyen gerçek savaş budur.

Bu bozukluğun, bu çürümenin bu ahlaksızlığın bizi getirdiği yer vatansızlaşmadır.

Nitelikli sıçrama; sadece ve sadece üretim ekonomisine geçmekle olur.

Üretim; toplumların ahlakını da yeniden inşa eder.

Tıpkı çürüyen Osmanlı’dan Cumhuriyet döneminde yoktan var edildiği gibi…

 bulentesinoglu@gmail.com