“Bir devir bitiyor, yenisine giriyoruz” diye mırıldandı. Cevat Abbas, “Bir emriniz mi var? “ deyince, “Uzun bir yola daha çıkıyoruz! Ama bu defa yaya değil!” diyerek gülümsedi.
Adana tren istasyonu kalabalıktı. Tıslayıp duran lokomotifin yanından ayrılan memurlar bağırıyordu:
"On dakika sonra hareket ediyoruz, kimse kalmasın! Fazladan eşya almak yok! Fazlası olanı indireceğiz ona göre!"
Kumandan, pencereden dışarı bakıp uğurlamaya gelenlerle başını hafifçe öne eğerek vedalaşırken, Cevat Abbas’a son durumları sordu:
"Musul'dan haber var mı?"
"Kuvvetlerin bir kısmı Nusaybin ve Katıma şimaline doğru çekilmeye çalışıyorlarmış. Musul da İngilizlere teslim edilecekmiş."
"Ya İskenderun?"
"Fransızlar limana çıkmış, Paşa Hazretleri!"
"Üçüncü Kolordu?"
"Belen'den Kırıkhan'a doğru çekilmiş."
"Ali Fuat Paşa, Maraş'a silahları yollamış mı?"
"Evet, Paşa Hazretleri!"
"İstanbul'dan ne haber var?"
"Amiral Calthorpe, İstanbul'a gelip yerleşmiş. Onu Cevat Paşa karşılamış."
"Bunu geç! Başka?.."
"İzzet Paşa istifa ettikten sonra Tevfik Paşa sadrazam olacakmış."
"Bunu da duyduk, başka?.."
"Cemal Paşa da nazır oluyormuş."
"Hangi Cemal Paşa?"
"4. Ordu kumandanı Mersinli Cemal Paşa!"
Başka soru sormadı. Birden Ezra (Ürdün) istasyonu geldi aklına. Ordusu kalmamış Cevat Paşa, masanın bir yanında. Onun karşısında da, ordusuyla geriye gelip bir savunma hattı yapmaktan kaçınmış olan Küçük Cemal Paşa!
Cemal Paşa’ya, "Benim ordumu da al ve bir tek ordu yapalım ve daha kuzeyde kuvvetli bir müdafaa hattı kurulsun" demişti. Onlar gülümsüyor, “Hususi tren bekliyoruz, Şam’a gideceğiz” diyorlardı.
“Akşama kalmadan Şam’a gidiyorlar. Orada bir iki gün bile kalmadan gidebildikleri yere kadar gittiler” diye mırıldandı; “Yolları İzmir’den Moudros’a, oradan da İstanbul’a çıkıyormuş. Bunları düşünmenin faydası yok artık! Şu camı açıp biraz hava alayım” diyerek yerinden doğruldu.
Kumandan’a bakan Cevat Abbas, "İyi ki, Çanakkale boğazını sormadı. Yoksa çok üzülürdü" diye düşünürken, kalabalığın içinden Miralay Sedat Bey çıka geldi, Miralay Bahattin Bey’in yanında durdu.
Kumandan iki kolunu cama yaslayıp eğildi:
“Hava da pek sıcak! Şeria vadisini aratmıyor."
“Evet Kumandanım!”
"Sedat kardeşim! Yıldırım Grubu'na seninle yedi gün kumanda ettik!"
“Nablus’tan başlamıştık. Şimdilik yürüyüşümüze bir nokta koyuyoruz.”
“Bugün 10 Teşrin-i Sani ve saat de 10… Uzun bir yoldu!”
Bir an durakladı, lokomotif treni Adana’dan yavaşça ayırıyordu. Tren düdüğünün keskin sesini bastırmaya çalışarak sesini yükseltti:
"O karanlıkta Şeria nehrini nasıl geçtiysek, bu karanlıktan da geçeriz! Bakalım bu yol bizi daha...”
Sesi Adana istasyonundan ayrılan tekerlerin çelik raylara vuruşu arasında dağılıp gitti. Yerine oturdu, başını cama çevirdi; yarım kalan sözünü içinden, "nerelere götürecek?” diyerek tamamladı.
Tren ovanın karanlığına yönelirken içinden, “Çare yok! Karanlığı yakmak için bir kıvılcım çakmalı!” dedi.
O sırada istasyondan kalabalığı iki yana iterek ilerleyen uzun boylu, iri yarı genç adam perondan raylara indi; ellerini beline koydu, bir iç geçirdi. Karanlığa dalan son vagona hüzünle bakakaldı. Yanına gelen kısa boylu çelimsiz arkadaşına, “Tikveşli! Kaçırdık be yahu!” dedi.
Tikveşli Yaşar, elindeki fesini sağ yanına vurup duruyordu:
“Yahya Kaptan! Olacak iş mi be yahu? Musul’dan kalk gel! İki adım kala kaçır! Paşa’yla görüşemedik işte!”
Yahya Kaptan iri elini arkadaşının omzuna koyarak mırıldandı:
“Çare yok! Düşeceğiz yollara!”
(58 GÜN- Mustafa Kemal ile Filistin’den Anayurdun Dağlarına, 4. Basım, s. 533-534)