Türkiye'de hukuk da güçlünün elinde
RIZA ZELYUT VE CAZİBE
Türkiye'de hukuk da güçlünün elinde. Siyasi gücü, parasal
gücü veya çevre gücü olanların dava kaybetmek gibi bir dertleri yok.
Geride kalan biz güçsüzler için ise AIHM gösteriliyor.
Eskiden mahkemelerin karşısında çeşitli nedenlerle boynu bükük
kalanların Yargıtay gibi yüksek yargıdan umutları oluyordu. Şimdi
artık görülüyor ki, Yargıtay'ın da dosyaları esastan veya usulden
inceleme gibi bir derdi kalmadı. Mazlumun aleyhine çıkan kararlara
Yargıtay gözünü kırpmadan "evet" diyerek onuyor. Lehine olan
kararlarda ise tuhaf bir şekilde mahkemeye geri gönderiyor.
Bu tür kararlar en çok da hangi konularda veriliyor biliyor musunuz,
kadın hakları konusunda. Bir ülkede adalet sistemi
eğer "erkek egemenliğinden" yana ise ve siz de kadınsanız yandınız
demektir.
Daha henüz üç gün önce gazelerde şöyle bir haber çıkmıştı:
"Yargıtay'dan son karar: "O..."ya var nafakaya yok.
Mahkeme aslında 20 bin lira tazminat davası ile
birlikte kocanın karısına her ay 350 liralık nafaka vermesini karara
bağladı.
Yargıtay onamadı.
Yargıtay, "tazminat davasına tamam da, nafaka nereden çıktı?" mealinde
bir gerekçeyle kararı bozdu ve mahkemeye geri gönderdi.
Bu durumda Yargıtay "or...pu" olduğuna hükmettiği kadının bir "aylık"
kazancı olduğu kararına varmış olmalı ki, nafakayı kabul etmedi.
Sonuçta "o..."luğu gelir getiren bir meslek olarak gördü. Kadını da,
itirazı olmayan en üst mahkeme tarafından "o...pu" ilan etti.
Tükiye artık tam bir hukuk garabeti içinde boğuluyor.
Çocuklarımızın çoraplarına kadar borçlu olduğumuz AIHM kararlarını
elbette bu hükümet olmasa da başka bir hükümet ödemek zorunda kalacak,
ama ödeyen bizler olacağız, çocuklarımız olacak.
Şimdilerde yeni bir hazırlık içindeler. Belki de 4. Yargı paketi
içerisine de sokuşturacaklar. Haksız kararların AIHM'den döndüğünü ve
yüklüce tazminat ödemek durumunda kaldıkları için belkide, yargı
paketinin içine AIHM'e gidişte zorluklar çıkartacak. Belki AIHM öncesi
Anayasa mahkemesine başvuruyu zorunlu hale getirecekler. Bu mahkemede
yıllarca sürecek olan karar sürecinin sonunda yine "ceza" çıkarsa da,
artık AIHM'de de sürecek yılları beklemek gerekecek. Ömrünüz yeterse
AIHM'den çıkacak kararla belki uğradığınız haksızlığın acısını yıllar sonra dindirebilirsiniz.
Bir ülkede hukuka ve onun kurduğu yargı sistemine güvenmek
zorundasınız. Başka türlü nasıl yaşayabiliriz ki?
Ayakta kalmakta zorluk çektiğim günlerde yapılan haksızlığa rağmen tek umudum
açtığım davalardı, güvendiğim hukuk süreciydi.
Kayıtsız şartsız kendimi adaletin kollarına teslim ettim. Ama en büyük
şoku orada yaşıyorum. 2 yıldır süren hukuk mücadelem elimde patlıyor... Sığınacak tek yer olarak gördüğüm adalet, bir küçücük heykelden ibaretmiş ve gerçekten elinde yamuk bir terazi taşıyan kadıncağızın elinde tuttuğu kılıç gibi
gözleri de körmüş.
Medyanın bir kadının üzerinden birilerini rezil ya da vezir etmek üzere silindir gibi geçtiği yazı ve haberlere açtığım davalarda; kamuoyu önünde yapılan hakaretlerin hepsi "basın özgürlüğü çerçevesinde" değerlendirildi.
Ama hey hak!
Hukuk sistemi harbiden çökmüş durumda.
Güçlünün karşısında yargının da çelimsiz olduğunu gördüm. "Olsun,
dedim kendi kendime, bunun bir de temyiz aşaması, yüksek yargı
değerlendirmesi var."
Yüksek yargının bulunduğu binaya gözü yaşlı baktım ve umutlandım.
Ama gördüm ki, yerel mahkemelerden daha acımasız
çıktı yüksek yargı.
Bakınız Yargıtay kararı nasıl çıktı. Başbakan Erdoğan'ın dilinden düşürmediği, gazetecilik hakaret ve itham makamı değildir, tarzında sözlerinin tam tersi sonuç çıktı.
Açıktan yapılan hakaretler yüksek yargıda "gazetecilik faaliyeti" olarak kabul gördü.
Bir avuç ayrıcalıklıya yapılan en ufak eleştiriyi bile hakaret kabul eden koca
koca mahkemeler, mağdur duruma düşmüş bir kadını çocuğunun,
kocasının ve tüm ailesinin, tüm ülkenin önünde ucuz kadın durumuna düşürmelerine
rağmen "basın özgürlüğü" yalanına sığındılar..!
Rıza Zelyut'un davaya ve bu yazıya konu olan köşe yazısında satırlar aynen şöyleydi:
"Seçimler yaklaşırken, iktidar; adliyeyi ve polisi kullanarak CHP'ye
karşı komplo peşinde.
Bunun en açık kanıtı da Oda TV'ye karşı yürütülen operasyonda ortaya
çıkan bilgiler. Yine bunlar; Deniz Baykal'ı istifa ettiren Varan-1
isimli kasetin de buradan servis edildiğini söylemeye çalışıyorlardı.
Elbette ki o kasetin hükümet yandaşı Vakit'in internet sitesinde
yayımlandığını gizleyerek.. Anlaşıldığıkadarıyla CHP'ye karşı kurulan
tuzakta Oda TV'de çalışan İklim Bayraktar Kaleli isimli o sarışın
kadın kullanılmış.
Bu kadın; cazibesini de kullanarak ve gazeteci kimliği arkasına
saklanarak CHP'nin içine sızmaya kalkışmış.
Bunu beceremeyince de kızmış gibi görünerek sağla solla konuşmuş;
komployu bu haliyle olsa bile harekete geçirmiş.
"Bu süreçte de CHP Lideri Kılıçdaroğlu'nu tuzağa düşürmek için uğraşmış."
Duruma Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz de dahil olmuş. Oda TV'deki bu
ajan gazeteci, soruşturmadan sonra serbest bırakılmış."
Her fırsatta vicdandan, dinden, demokrasiden bahseden bir köşecinin; bir insanın hayatı üzerine kaleme aldığı yazıdır bu!
Tüm telefon konuşmaları, yüz yüze görüşmeler ve yazışmalar ortaya döküldü. Binlerce sayfa iddianame ve ek klasörler oluşturuldu. Bütün bunların içinde nerede komplo? Yani emniyet, savcılık ve 16. Ağır ceza mahkemesinde yer almayan komplo suçlamasını Rıza Zelyut yaptı? Delilleri ve ispatı sanırım kendisinde var! Bir an önce mahkemeye verse bari.
Açdığım davaya bakan mahkeme bunları "kamu yararına" gördüğü için hakaretten
saymıyor. Ortada delil olmadığı halde beni "ajan gazeteci" yapan bu
adamın söylediklerini baştan doğru kabul ediyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı açıklamaları yok sayıyor. Ve daha bir çok şeyi...
Ve bu adam; bu ülkede ajan gazetecilerin başına böyle felaketlerin gelmediğini, itinayla korunduklarını bilmiyor mu?
"Tuzak kurmak, komplo yapmak, ajanlık" bunların hepsi Türk Ceza
Kanununda yeri olan suçlar özellikle komplo suçu cezası ağır olan bir
suç. Bir insana elinizde kanıt olmaksızın bu suçlamaları yapamazsınız
hukuken de insani olarakta yapmamalısınız.
Ama canımı asıl acıtan asıl vahim olan cümleler bunlar: "o sarışın kadın
kullanılmış. Bu kadın; cazibesini de kullanarak"..! Hele bu cümlede ki cazibe! Sıradan bir insanın "cazibesini kullanmış" sözlerinden anlayacağı tek şey vardır, vücudunu kullanmış! Bundan daha büyük hakaret olabilir mi? Nerde ispatı?
Tam tersi cazibesini kullanmadığı için geldi tüm bunlar başına ve bu adam bunu adı kadar iyi biliyor!
Ve yargıtay bu ağır hakaret suçlama içeren yazıyı onaylıyor ve şöyle
bir gerekçe döşeniyor: "Basın özgürlüğü sınırlarıiçinde kaldığını,
kamu yararı bulunduğunu, kişilik haklarına saldırı niteliğinde
bulnmadığını...."
Yorum siz okurun... NOKTA
Rıza Zelyut'un yazısının genelinde zaten tutarsızlık var bilgisizlik
var. Eline hiçbir delil olmadığı halde, salt gazete sayfalarından
okuduklarıyla masa başında oturup bir kadını karalamanın verdiği
keyifle bir yazı döşenmiş. Örneğin yazısında: "Milletvekili Muharrem İnce, güya
içkili içkili bunun evine gelmiş; kendisine Kemal Kılıçdaroğlu ile
ilgili gizli bir belge vermek istemiş; falan..." diyor Rıza bey
oradaki o "güya" kelimesi direk bunlar yalan anlamı taşıyor.
Oysa Meclis'te yaptığı basın toplantısında Muharrem İnce aynen şöyle bir
açıklama yaptı: "O akşam, 22.30 civarında evde oturuyorum. Eşim de
var. Masada rakı duruyor. İki duble içtim. Sarhoş değildim. Bir
tanıdığımdan telefon geldi. Önemli bir haber. İklim Bayraktar'ı
aradım.Evinden aldım. Hemen başka yere gittik, bir mekana. Yüz metre
kala durdum. Arabadan indirdim. Ve 'Git AKP'li o önemli kişi ne
yapıyor gözlerinle gör' dedim. Gitti , gördü ama haberi yapamadı."
Yazının tamamı bu tür hatalar ithamlar yanlışlıklarla dolu. Yazının
bir satırda gazeteciyim, diğer satırda değilim. Yazar kararsız... Ne
olduğumu ne yaptığımı bilmiyor. Yani gerçeği bilmiyor açıp sormuyor
da, ama yazıyor da yazıyor. Sadece sarşın olmak bile "o... kadın" olmayı
beraberinde getiriyor!
A.İklim Bayraktar
Twitter/åiklimbayraktar