Geçen dönem Recep Tayyip Erdoğan bundan puan toplamıştı. Bu kere sıra Sayın Gül’de gibi gözüküyor.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılan konuşmaları izlemeye çalıştım. İkisini televizyonların verdiği kadar canlı izledim, diğer birkaçının metnini de internetten edindim. Bunlardan üçü bizim için çok önemli. Doğal olarak ABD Başkanı Obama’nın konuşması, İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin yumuşamayı red etmeyen konuşması ve açık bir teslimiyet deklerasyonu niteliğindeki Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün konuşması. Bu konuşma önümüzdeki çeyrek yüzyılda, hatta belki yüzyılın tamamında TÜRKİYE’nin nerede duracağının manifestosu niteliğinde idi ve çok önemli ip uçları veriyordu. Türkiye’ye biçilen rol ve bu rolün içinde Abdullah Gül’ün konumu bizzat kendi ağzından declare ediliyordu. Bu konuşmaların geneli bana, yüzyılımızın dünyası çok çirkin olacakmış duygusunu verdi.
Obama dünyanın lideri konumundaki bir ülkenin başkanı ve masrafının çoğunu karşıladığı Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın patronu olarak yaptığı konuşmada sanki, biraz da dünyanın ve ülkesinin son durumu nedeniyle oldukça yumuşak bir uslup sergiledi. Bununla beraber ileriye bir rezerv olarak da aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmedi. Bu yumuşama görünümünde Rusya, Çin ve Hindistan’ın Suriye konusundaki kesin duruşları ve Suriye’nin kararlı tutumu etkindi. Umarım herbiri birer şahin olan finans patronları bunu anlayabilmişlerdir. Ama kendi patronları ve içteki ve uluslararası yürütücüler yani global gladyo açısından da bir açık kapı bırakmak zorunluluğu nedeniyle arada parmağını da sallamayı da ihmal etmedi. Aşağı tükürse bıyık, yukarı tükürse sakal durumunda kalmıştı ve her zamanki gibi kürsüdeki durumu da acıklıydı. Ama belagat ustalığı göstererek durumu idare etti. Çok zeki ve iyi yetiştirilmiş. Rusya ile el sıkışması belli çevrelerde biraz hayal kırıklığı yarattıysa da, bundan sonra Esad ile de el sıkışsa da bu konuşma geçerli, Esad’a saldırsa da. Aynı şekilde İran’a da bir el uzatmış görünümü verdi. İlerde kimse ama sen böyle demistin diyemez. Hem şişi kolladı, hem kebabı.
Obama’ya seçildiği günden beri hep acıyarak bakmışımdır. Şu anda dünyadaki en zor, en acınası lider durumunda. Bir yandan sermaye patronlarına, bir yandan ulusal gladyosuna bağımlı, bir yandan da kendi halkı artık savaş istemiyoruz kalkışması gösteriyor. Bir de dünya genelinde güçlü ve artık sözü geçen ciddi bir rakibi var. Son Suriye krizinden sonra Putin iyice ortaya çıktı. Şu sıralarda da Obama’dan bir puan ilerde gözüküyor. Amerika’da iyi satranç ve biriç oynayamayanı general ve savaş pilotu yapmazlar ama, devlet başkanları için böyle bir kıstas söz konusu değildir. Elifi görse mertek sanan oğul Bush bile sekiz sene başkanlık yaptı. Kuşkusuz Obama Bush gibi değil. Yakın zamana kadar Putin’in önünde gözüküyordu. Dünyanın bu kutuplaşmaya yönelen iki önemli ülkesinin liderinden hangisi daha iyi satranç oynuyor ilerde göreceğiz. Üçüncü dünya ülkeleri diye birşey kalmadıysa da kendi halkının büyük kısmı dahil üçüncü dünya halkları yani dünya kamuoyunun ezici çoğunluğu ise tam bir başbelası. Yani zavallı Obama tam bir iğneli fıçı işkencesinde.
Bu arada İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Ruhani de iyi mesajlar verdi. Çok dikkatli bir diplomatik dil ile Amerika’nın İran’a karşı yumuşmasını red etmedi ama, hemen tamam deyip teslimiyet tablosu da çizmedi. İran ile batı dünyasının patronu Amerika arasında şimdilik peşrev çekilmekte. Bu süreç diğer batılı ülkelerin İran’a nükleer geliştirmesi için zaten gizliden yaptıkları araç gereç satışlarını bir süre daha rahat yapacakları ve aralarındaki ticaretin de biraz rahatlayacağı bir dönem demektir. Bakalım bu durumdan biz yararlanabilecek miyiz? İran gücünün farkında ve çok eskilere dayanan köklü bir diplomasi geleneği var. Nükleer fizikçiler bilir. Atom bombası yapmak o kadar zor bir iş değildir, yeter ki elinizde belli oranda zenginleştirilmiş uranium olsun. Zaten İran’a karşı koparılan yaygara da İran’ın gerek nükleer santralleri, gerekse tıp alanındaki ihtiyaçları için uranium zenginleştirmeye başlamasıyla ortaya çıktı. Barışçıl amaçla kullanılacak uranium belli düzeyde zenginleştirmekle elde ediliyor. Bomba için daha zengini, daha işlenmişi gerekli. Ancak bir kere tesisi kurup çalıştırdınız mı, bombaya geçmek bir adımlık iş. İran ise vallahi öyle birşey yapmayacağım diyor, Artık bilemem. Ancak son yıllarda şu ortaya çıktı ki, İranın dış politikada gücünü göstermesi için atom bombasına ihtiyacı yok, Güçlü varlığı ile özellikle Ortadoğu’da yeterince etkili olabiliyor. Pek öyle kolay lokma değil. Bu anlaşılınca ve kabul görünce İran da zamanlamayı iyi tespit etti ve nükleer konusunda diplomatik atağa geçti. İşte dış politika böyle yürütülmeli. Olmayacak soyut hayaller üzerine değil.
Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül B.M. Genel Kurulunda üçüncü sırada konuştu. Bu önemli bir gösterge. Konuşması ise çok şeyin işaretini veriyordu. İyi bir diplomatic dille yazılmıştı ve Cumhurbaşkanımızın telaffuzu biraz köşeli de olsa çok akıcı bir İngilizceyle okudu. Daha bu noktada puan almaya başladı. Özetle ne dedi Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül bakacak olursak..
Özetle emrinizdeyiz dedi. Bunu acık acık kapalı kapalı kapılar arkasında söyleyebilirsiniz ama, bütün dünyanın dinlediği bir konuşmada söyleyemezsiniz. Bu inceliği bildiği için de Sayın Abdullah Gül tam da bir politikacıya yakışır şekilde, hem de biçim olarak Obama’nın biçimine benzer bir şekilde lafı dolandırdı ve ne şiş ne kebap uslubuna dikkat etti, fikrinin ince güllerini dillendirdi. Önemli deklarasyonlarda bulundu.
Suriye’de kan durmalı, Suriye normalleşmeli dedi. Kim hayır diyebilir?. Suriye’ye demokrasi gelmeli dedi.. Kim karşı çıkabilir?. Ama yalnız Abdullah Gül değil, kimse kimse bu demokrasinin nasıl olması konusunda o Genel Kurul’da birşey söylemedi. Irak’taki gibi mi?.. Arap baharı gibi mi, ya da nasıl belli değil. Obama da aynı şeyi söyledi. Ama Gül bir adım ileri gidip, bunun nasıl olacağı konusunda parmağı ile müdahale’yi işaret etti. Ve sözü getirdi Birleşmiş Milletlere. Yeterince etkili olamadınız dedi. İnsanî açıdan bir görevdir müdahale etmek demeye getirdi. Ve biz hazırız, gerekirse emrinizdeyiz diye açık bir imada bulundu.. Bakın bizi Güvenlik Konsey’ine tekrar alın, bizden daha uyumlu, daha yandaş bir ülke bulamazsınız demeye getirdi.
Güvenlik Konseyi’ne tekrar seçilmemiz garanti gözüküyor. Önümüzdeki dönemde Brezilya ile birlikte işlediğimiz gibisine bir halt etmemiz pek olası değil. Ancak, son zamanlarda Türkiye’ye yönelik tepkiler nedeniyle bu pek kolay olmayacak gibiyse de, uluslararası gladyo bunu nasıl olsa kotarır. Olimpiyat seçmelerine benzemez bu iş, burada politik çıkar daha önemlidir. Uyumlu olacağının garantisini vermiş bir tabii ülke tercih edilir. Tabii Türkiye’nin Güvenlik Konsey’ine seçilmesi bu kere Abdullah Gül’e puan kazandıracak. Geçen dönem Recep Tayyip Erdoğan bundan puan toplamıştı. Bu kere sıra Sayın Gül’de gibi gözüküyor. Haydi bakalım hayırlısı.
Kuşkusuz Türkiye jeopolitiği ile ilgili Kıbrıs ve Azerbeycan’a birer selam çakmadan olmazdı. Bunu da üstünkörü de olsa yerine getirdi. Yani, dış çerçeve tamalandı. Kimse birşey diyemez. Demek bir yana Cumhurbaykanımızın konuşmalarını çok yerinde bulanlar çoğunlukta. Yani gerek iç politika açısından, gerek dış politika açısından tam da ortama uygun aslanlar gibi tam politik bir sunum yaptı ve iyi puan topladı. Ne diyelim.. Yolu açık olsun. Ancak bunun sonucu Türkiye için pek hayırlı değil. Plan tam uygulanırsa bu deklarasyon gelecek dönemde Türkiye daha çok bağımlı olmayı garanti ediyor. Bu da kişiliksiz bir dış politika demektir. Zaten neremiz doğru ki demeyin. Kamburlar daha da artacak ve çirkin bir şekilde sanki meşru imiş gibi gösterilecek.
Bu arada uluslararası düzeyde her konuşmacı Suriye’yi ön plana çıkardı. Oradaki vahşetten sözetti ama, hiçbiri bu vahşetin kaynağına değinmedi. Değinemezler çünkü ucu zülfiyâre dokunur. Ve benim ulaşabildiğim konuşmalardan hiçbiri Kenya’daki AVM saldırısına, dolayısı ile El Şebab terörüne ve Irakta bir türlü durulmayan sulara değinmedi. Şayet Kenya temsilcisi konuştuysa, sanırım bu konuya değinmiştir. Sayın Abdullah Gül’ün hakkını yemeyelim, O Irak’a teğet geçen bir gönderme yaptı, ama, Kenya sözü ağzından çıkmadı. Aslında bu da Gül’ün diplomatic bir başarısı çünkü, değinseydi zor durumda kalacaktı. Bir takım kendini bilmez karşıt düşünce sahipleri hemen El Şebapla, El Nusra’nın organic bağına ve Türkiye’nin Suriye’deki çarpık desteğine değinebilirdi. Bu politik bir dikkat ve başarıdır. Sayın Abdullah Gül iyi bir puan da buradan almış olmalı. Ee ne de olsa Cumhurbaşkanımız sokaktan gelme alaylı politikacı değil. Essex’den geçmiş ve iyi yetiştirilmiş bir uluslararası figür. Ancak daha önce de değindik, bu yüzyılda uluslararası politika geçmiş çağlardakinin hepsinden daha çirkin olacak.
Ve bizler bu çirkinliği uzun süre yaşayacağız gibi gözüküyor. Bunun sonucu, Türkiye’nin daha kişiliksiz ve bağımlı olması demektir. Bunu Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmayla deklare etti, biz buna talibiz dedi. Bu tutumuyla çok da puan topladı. Sanırım önümüzdeki dönem Abdullah Gül dönemi olacak.