"Toplumlar, hak ettikleri şekilde yaşar" diyor; bir düşünür. Bu söz, 300 yıla yakın zaman önce söylenmiş.
Peki, onca zaman sürecinde, bizim toplumun kazanımları nelerdir?
Ekonomik özgürlük mü?
İfade özgürlüğü mü?
Eşit haklar mı?
Adalet, (yargı erki) nin tarafsızlığı, bağımsızlığı mı?
Kadın hakları mı?
Hiç biri değil ne yazık ki.
Kimse kusura bakmasın ama, siyasal güçlerin tanıdığı kadar, o köleci haklarla yaşadığını sanan, kişisel kimliğinin farkında dahi olmayan milyonlar var bu ülkede de.
Ülkenin kötü kaderini tayin eden de onlar ne yazık ki. Gittikçe, bizler de Orta doğu bataklığına, en ilkel rejimle yönetilen ülkelerin politikalarına teslim olmaktayız.
Laikliğin hızla yok edildiği, o ürkütücü dinsel kanunlar esas alınmakta artık.
Toplu iş cinayetlerinin ardından; "Güzel öldüler. Ölüm bu işin fıtratında var" ,gibi galiz sözlerle, cinayetlere dahi kutsallık kazandıran anlayış hakim olmakta ülkeye.
Her gün yeni zehirler şırınga ediliyor topluma.
Yeni nesiller, aynı bağnaz inançlarla zehirleniyor.
Böylece, batıl, ilkel, o uyduruk inançlar, gün geçtikçe, kökleniyor.
Koltuk kaybetme korkusuyla, algı operasyonlarına, gün gün yenileri ekleniyor.
Sürü artıyor ölümüne.
"Ölümden sonra da hayat var" algısı gerçeklik kazanıyor.
Yaratılan daha nice hurafe inançlarla, gerçeğin üzeri biraz daha örtülürken, en doğal insani haklar gasp ediliyor bir bir.
Dünyada kavuşamadığı haklara, ahiret de kavuşacağına inandırılanlar sürüsü, toplumun her kesiminde, sivrilmeye devam ediyor.
Sırf nemalanmak adına inanır gözüken, verilen şeytani görevi, hiç bir kaygı ve vicdan sancısı duymadan icra edenlerin sayısı da az değil.
İktidar eliyle, korku egemen kılınıyor.
Cesaret kırılıyor asıl.
Cesaret kırıldıkça, İktidar Tanrısallığı, daha bir esaslık kazanıyor.
İddia ediyorum, yarattıkları korku, tamamen yalan.
İllüzyon sadece.
Tutsak kılınmış hangi aklın hakkı, hangi yaşam var olabilir ha?
Gerçek olan, toplum algısına zincir vuruluyor.
Algılara zincir vuruldukça devleşiyor din tüccarı.
Fıtratında, takiyecilik, dalaverecilik olan, yetinmeyip, şuursuzluğuna Allah kavramını da ters yüz edip, kendine referans göstererek, sorumluluktan kaçan bir musibet varlığıdır gerçek olan.
Önlemi alınmamış, korkudan dolayı sorgulanmamış olan her şey, doğal olarak ölümden beter ya da ölümle noktalanacaktır.
Gizemini korumakta olan, yani henüz aydınlanamamış olaylar karşısında somut gerçeği aramak yerine soyut kavramlara sahip çıkanlar, din tüccarlarının kurbanı olmaktan kurtulamaz.
Dünyanın en geri kalmış ülke insanları, açlık ve savaşa sebep, topluca can verirlerken, kendilerince yarattıkları o Tanrı, karınlarını dahi doyurmaya yetememiştir oysa.
Öğrenemeden ölürler sebebini.
Öğrenemeden ölenler, yeni misyonlar yükler fırsatçılara.
Mesih olurlar, mehdi, halife falan filan.
Nasılsa, toplum gayet müsaittir bu ve benzer algılara.
Yani diyeceğim o ki, ölümüz, dirimizden daha çok para ettikçe, kazalar, savaşlar, cinayetlerin adı, ilahi taktir sayıldıkça, ölüler ülkesi olmamız kaçınılmazdır.