“Başkanlık gelmezse Türkiye’nin bölünme riski var”, diyor.
Koskoca Başbakan sallayacak değil ya, demek ki bir bildiği var. Kaldı ki bu açıklamayı yaparken, başkanlık gelirse koltuğundan olacağını da biliyor.
Ben hemşehrime katılıyorum. Hatta daha da ileri giderek diyorum ki; başkanlık gelmezse vatanımız bölünmekle kalmaz, necip milletimiz de bölünür.
Türk- Kürt diye bölünür, Alevi- Sünni diye bölünür, laik- dinci diye, Nurcu- Nakşibendi diye, İskenderpaşa- İsmailağa diye, yerli- yabancı diye, kadın- erkek diye, tesettürlü- çağdaş giyimli diye, sivil- asker diye, imamhatipli- liseli diye, Uşaklı- İzmirli diye, Fenerli- Beşiktaşlı diye… Bölünür oğlu bölünür.
Din çimentodur dediler ama ezan sesini dağa taşa yaydık, sabahlara kadar sela verdik; o da bizi birleştiremedi.
Aslına bakarsanız ben seçimlere de karşıyım. Çünkü seçim demek kutuplaşma demektir, gruplaşma demektir, hizipleşme demektir, ayrışma demektir, ötekileşme demektir.
Kaldı ki seçim oluyor da ne oluyor?
“Hadi gel oy kullan”, diyorlar biz de gidip “seçim” adı altında düzenledikleri oyuna katılıp dönüyoruz. Katılıyoruz da, sanki milletvekilini biz mi seçiyoruz, belediye başkanını, muhtarı biz mi seçiyoruz? “Siz seçtiniz”, diye gazı veriyorlar, o bize yetiyor.
Aklı başında olan böyle bir şey ister mi?
Demek oluyor ki asıl sorun “başkanlık olsun mu, olmasın mı”, değil; nasıl bir başkanlık istediğimiz.
Demokratik mi olacak, otoriter mi?
Mutlak mı olacak, meşruti mi?
Türk tipi mi, Amerikan tipi mi?
İnce mi, kalın mı?
Uzun mu, kısa mı?
Göstermelik mi, işlevsel mi?
Bilmek hakkımız. Çünkü giren sonuçta bize girecek.