Anarşizm üzerine yazı yazmak, bu konuyu salt bir başkaldırı ve şiddet olarak görmeyi de ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Anarşizmin kafa tuttuğu sistem Marksizmdir. Yöntem kavgaları vardır, birbirlerini suçlarlar ama aynı kaynaktan su içerler.
Dün anarşizm üzerine birkaç kelam edeyim dedim.
Sivri akıllı bir Twiter takipçisi, bu konuda yeteri bilgim olmadığını, açıp Wikipedia okumamı önerdi.
Gardım düştü tabii... Nasıl olmuştu da benim aklıma gelmemişti anarşizmi ansiklopediden okumak.
Dışarıda beni ve benzerlerimi deliler gibi umutlandıran coşkun bir dalga dolaşıp dururken, bir de bu tiplerle karşılaşmıyor muyum, umudum bazen yerlerde sürünüyor.
Anarşizmin babalarından Proudhon, Marks'a mektup yazdığında, biraz da alttan alarak şunu söylüyor:
"Tüm görüşleri gün ışığına çıkarma düşüncenizi içtenlikle onaylıyorum; dünyaya bilgili ve basiretli bir hoşgörü örneği sunalım, ama bir hareketin başında olduğumuz için yeni bir hoşgörüsüzlüğün liderleri olmayalım, yeni bir dinin olarak ortaya çıkmayalım, bu din mantığın dini aklın dini olsa bile. Biraraya gelelim. ve tüm protestoları teşvik edelim, tüm dışlayıcılıkları tüm mistisizmi lanetleyelim; bir soruyu hiçbir zaman tamamen yanıtlanmış kabul etmeyelim ve son tezimizi ileri sürdükten sonra, gerekiyorsa belagat ve ironiyle tekrar başlayalım. Bu koşulla, birliğinize seve seve katılırım. Aksi halde, hayır!"(1)
Bu mektuba Marks cevap vermez. Proudhon ile aralarındaki tüm "entelektüel" ilişki de sona erer.
Proudhon'un yaklaşımı neden Marks'ı rahatsız etmiştir? Anarşizmi bir kitle hareketi görmeyen ve işçi sınıfının böyle örgütsüz bir hareketle devrim yapamayacağına inanan Marks'ın elbette Proudhon ile anlaşması mümkün değildi. Üstelik Proudhon, Marks'ın tam aksine, tanrı kavramını reddetmiyor, tanrının ve insanın biri diğerinden daha fazla olmamak üzere tamamlanmamış iki gerçeklik olarak kabul ediyordu.
Marks devrimi toplumsal bir hareketin bilinçli bir şekilde ayaklanmaya dönüşmesi şeklinde açıklamaya çalışırken, Proudhon bunun bir sınıfın ya da kişinin tetikçiliğinde olmadığını vurguluyordu. Proudhon'a göre devrim zorunlu bir olgudur ve insanlık bundan kaçamaz.
"Devrim, diyor Proudhan, ilahi ya da insai hiçbir gücün karşısında duramayacağı ve tam da karşılaştığı dirençle gelişen bir güçtür."
Bu, devrimlere bakış açısını Marks'tan kaydırıp da dış dünyaya çevirdiğiniz anda, çıplak gerçekle yüz yüze geleceğiniz bir tanımdır. Küçük bir örnek olarak Gezi Parkı olayları verilebilir. Başlangıç noktası anımsandığında, Gezi Parkı direnişi s.olarak kalabilecek sınırlı bir protesto eylemiydi, ama tıpkı Proudhon'un da belirttiği gibi, karşılaştığı dirençle gelişti ve bir güç halini aldı.
Elbette, insanlığın sınıfsal bir toplum merkezine oturduğundan yola çıkan Marks ile sınıfsal farklılıkların çok önem göstermediği "coup de main (ani darbe)" ile harekete geçen anarşizm arasında uçurumlar var.
Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim: Bütün devrimler ve karşı devrimler sonuçta bir anarşinin tetiklemesi sonucu ortaya çıkmıştır. Anarşi toplumsal bir başkaldırının sokağa dökülmesidir, Marksizm ise kağıda dökülmesi. Sonuçta sokaktan kağıda dönen anarşizm ne kadar çaresizse, kağıttan sokağa dökülen Marksizmin de çaresizliği ortadadır.
Ortak düşman küresel kapitalizmdir, savaş yönteminizi ne kadar geliştirirseniz geliştirin, kapitalizm buna uyum sağlamakta ve karşı saldırıya geçmekte gecikmeyecektir.
Anarşizmin "ani darbe" hareketi bu yüzden kapitalist ve totaliter sistemleri şaşırtır ve elini ayağını dolaştırır. Gezi Parkı olayı da bunun ortaya çıkış biçimine örnektir. Ama bundan sonrasında Proudhon'un çocuklarının Marksizme mutlaka kulak vermesi gerekir.
Bu da Wikipedia okuyarak olmaz elbette.
(1) Anarşizm, George Woodcock, Çev. Alev Türker, 5. baskı, Kaos yayınları7, s.126