“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”, diyor ya; öyle olmuyor. Burjuvazi, çoğu kez kendi koyduğu kuralları da çiğneyerek ve kafa göz yararak palazlanıyor.
“Bunda ne var”, diyeceksiniz, sermaye birikimi olacak ki yatırım yapılsın, üretim artsın, istihdam artsın. Dışsatım da artınca elde edilen gelirle yeni yatırımlar yapılacak yine üretim, yine yatırım… Con Ahmet’in devridaim makinesi gibi, ne güzel. Ama olmuyor işte. Özellikle bizim gibi ulusal burjuvazinin gelişemediği toplumlarda biriken sermaye yatırıma yönelmiyor.
Hammadde sağlamaktan taşıma/ulaştırma koşullarına, teknoloji yetersizliğinden pazar aramaya, enerji maliyetinden istihdam sorunlarına her şey o kadar belirsiz ki, yatırımı kimse göze alamıyor. Sermaye, inşaat ve ticaret gibi daha az risk taşıyan alanlara yöneliyor. “Serbest piyasa” dedikleri koşullarda varsıl, varlığına varlık katarken yoksul da sürekli yoksullaşıyor. Esnafın, sanatkarın, küçük üreticinin açmazıdır bu.
“Serbest rekabet” nitelemesi yanıltıcı olabilir. Çünkü marketler zinciri, küçük esnafın üreticiden 10 kuruşa aldığı malı 5 kuruşa alır, çalışanını açlıkla tokluk arasındaki eşikte süründürür ve kendisine tanınan ayrıcalıklarla maliyetleri düşürür. Esnaf serbest rekabet ortamında zincirle rekabet yapamaz.
Marketler birbirleriyle rekabet yaparlar diye düşünüyorsanız hiç umutlanmayın. İşbirlikçi sermayenin rekabeti, yerli ve milli olanı çökertmekle sınırlıdır ki; onu da alalamalarla gizlemek için elinden geleni yapar.
Peki, işbirlikçi sermayenin düzenlediği serbest piyasa koşullarında “yerli ve milli”nin hiç mi çıkış yolu yoktur, diye sorarsak yanıt bu yazının başlığındadır.
Misal, petrol şirketlerinden herhangi birini bir ay süreyle boykot etmiş olsak, o şirket bu yükün altından kalkabilir mi, bir düşünün.
Yabancı ortaklı marketler zincirinden değil de yerli marketten, bakkaldan, pazardan, fırından, kasaptan, balıkçıdan… alışveriş yapmış olsak; yani tüketimden gelen gücümüzü kullansak, hem daha ucuz, hem daha güvenli, hem de daha doğal… ürünler tüketmiş olacağız.
Ek olarak da kendi toplumumuzun gelişmesine ve güçlenmesine çok önemli bir destek sağlamış olacağız, ülkemizden aldıklarımızı bir ölçüde geri ödemiş olacağız.
Bu tutumu kitleselleştirebilirsek deveyi havuduyla götürenler de belki vicdanlarının sesine kulak verme ihtiyacı duyar da, açlık ve yoksulluk sınırları içinde yaşayanlar bir nefes alırlar.