Gürer Aykal’ı hiç tanımam. Adını bilirim, ama yüzyüze gelmedim. Kuzenim Mümtaz İdil’in yakın dostu olduğunu biliyorum. Böyle bir kuzenim olduğu için de onur duyuyorum.
Onun benim övgülerime ihtiyacı yok. Son yazdığı Mustafa Kemal ile ilgili yazı beni çok etkiledi. Niye mi? Bir gün Mümtaz ile oturduğumuzda, Gürer Aykal’ın “bu ülkeyi kurtaracaksa müzik kurtaracaktır” dediğini anımsıyorum.
O zaman çok önemsememiştim söylediğini. Çok sesli müziğin yaşadığım topraklar üzerinde anlamını da kavayamıştım. Müzik sonuçta müzikti, kulağınıza hoş geliyorsa vardı. Düğünlerde saat sekiz buçuk olduğunda sahneye davet eden bir olguydu müzik ve bunnu ötesinde hiç anlamı yoktu.
Mümtaz İdil bana öğretti Mahler’in 2. Senfonisini, Bizet’nin Carmen’ini, Smetana’nın Moldau senfonik şiirini.
Ben bir anneyim. Hukuk fakültesinde okuyan bir oğlum var. Onun da bu ülkeninin aydınlık yüzlerinden biri olarak yetişmesini istiyorum.
Geezi Parkı’nı dolduran binlerce gençten biri de benim oğlumdu diye avunuyorum.
O yüzden de ağzımı doldura doldura bağırıyorum: Mustafa Kemal Atatürk bu ülkeyi gençlere teslim etti, ne size ne de bana.
Bu ülkenin yetiştirdiği onlarca insan arasında kendimi kenara koyuyor ve onlara hayranlıkla bakıyorum. Gürer Aykal’ı düşünüyorum, Yaşar Kemal’i, Doğan Cangal’ı, Ayşegül Sarıca’yı, Suna Kan’ı, Orhan Pamuk’u, Ayla Erduran’ı ve daha yüzlercesini…
Bana bu insanları kuzenim anlattı.
Hem çocuk profesörü olan, hem Kültür Bakanlığı yapmış olan, ama geçin bunları bir fotoğraf sanatçısı olan Suat Çağlayan’ı da kuzenim anlattı.
Bir Antalya sabahında, Türkizi Oteli’nde Yaşar Kemal’in “merhaba Mümtaz” diye masasına oturduğunu da. Çocukları aylar sonra anladılar masaya kimin oturduğunu.
Tüm bunları kuzenim Mümtaz’ı anlatmak için yazmıyorum. Onun böyle bir övgüye, hele de benim tarafımdan yönlendirilen bir övgüye ihtiyacı yok.
Ama bana ne yaptı biliyor musunuz? İçimdeki yazma tutkusunu ortaya çıkardı. Kendi halinde olan bir ev kadınını bir sitenin göbeğinde yazar olarak görmesini sağladı.
Madam Bovary’yi ortaya koydu. Lady Chatterley’i kazıdı, Jean d’Arc’ın kim olduğunu anlattı.
Zor bir kulvarın tam dönemecinde beni bıraktı. Bundan sonrası artık bana ait. Tek yapacağım, yazdığım yazıyı Mümtaz’a göndermek, ama onun okuyacağını da sanmıyorum. Her koyun kendi bacağından asılır, diyerek beni burunlayacak.
Ama kanıma girdi.
Onlarca insanın kanına girdiği gibi, benim de kanıma girdi ve geri dönüşü yok.
Tekrar merhaba, hep merhaba…