Anadolu insanının doğasındaki erdem, Yüce Atatürk’ün aydınlanmaya açtığı kapıda ete kemiğe büründü.
Ancak ne yazık ki, daha ortalık ağarmadan Ankara’daki ışık söndü. Yeterince aydınlanamadığımız için de, yarasalar inlerinden çıkıp insan suretinde aramıza karışarak Cumhuriyetin kazanımlarını bir bir yok etmeye, aydınlanmaya başlayan dünyamızı karartmaya giriştiler.
Aradan 80 yıla yakın zaman geçti, bağımsızlığımızla birlikte yitirdiklerimiz bir yönüyle alın terimizdir, ürettiklerimizdir, kazanımlarımızdır, kaynaklarımızdır…
Öteki yönüyle erdemlerimizdir, kutsallarımızdır, ekinimizdir, kimliğimizdir…
Eloğlu kan alacak damarı biliyor.
Nicedir emperyalizm, sömürgelerine askeriyle girmiyor; şirketleriyle, vakıflarıyla, yayınlarıyla giriyor.
Şirketleriyle, vakıflarıyla alın terimize; yayınlarıyla ve kitaplarıyla da yaşam değerlerimize saldırıyor.
Emperyalizmin ekinsel saldırısıyla koşullandırılan çocuklarımız, doğruluk, dürüstlük, özveri, yiğitlik, onur, paylaşma.. gibi kavramları kendileri için bir yük olarak algılamaya başladılar.
Bu yüzden çocuklarımızla birbirimize yabancılaştık.
Gençlerin başucu kitaplarından birkaç örnek verelim:
“Her ilişki ya da tanışma öncesinde şu soruyu sormak gerekir: Bana yararı ne olacak? Olayların doğal gelişimine katılmak ve bunlardan yararlanmaya çalışmak, bunlara karşı durmaktan daya iyidir.” (Egoist Olma Sanatı, Jozef Kırschner)
“İnsanın bütün sevgisi kendini sevmesindendir. Siz arzuyu seviyorsunuz, arzu edilen şeyi değil... Babamın ölümü bir nimet, bir özgürlük olarak da görülebilir...” (Nietzche Ağladığında, İrvin D. Yalom)
“Toplumca onaylanmış olabilmek için kişi bir dereceye kadar kendinden de verebilmelidir... Başkaları için değil, bana verdiği haz için seviyorum..” (Sevgi, Leo Buscaglia)
“Durum birine karşı çıkmayı ya da birinden yana olmayı gerektiriyorsa, kenarda dur... Hiçbir şey düşünmezsen sınırlı ‘ben’ in sınırsızlaşır.” (Zen Eti, Zen Kemiği, Paul Reps)
“Egemen bir ulus, her zaman soyutlanmış bir toplumdur ve bu yüzden asla özgün olamaz; sürekli düşmanlığa ve savaşa neden olur... Bilgiyle yüklenmiş bir zihin özgür değildir.” (Özgürlük Üzerine, J.Krishnamurti)
“Benden gayrısı benim umurumda değildir, insanı insan eden bencilliğidir.” (Tepkinin Tarihi, Stirner)
“Özgürlüğü kısıtlayan bütün değerleri kaldırıp atmak gerekir... Tek ilke sınırlılıklarımızı yenmektir... Gözlerinle gördüğüne inanma, sezginle bak.” (Martı, Richard Bach)
Alıntı yaptığımız kitaplar gençlerimizin başucu kitapları. Bach’ın Martı’sı iletisini ustaca maskeleyerek okuyucuyu koşullandırması bakımından belki de en ilginci. Bach’ın kahramanı Martı Jonathan, kendini aşma, kendini yenileme görüntüsü altında yaşadığı topluma yabancılaşıyor. Köklerinden kopup seçkinler arasındaki yerini alıyor. Jonathan’ın daha güçlü olma istenci, her satırda okuru kendi dünyasından uzaklaştırıyor.
Polemiğe yol açmamak için yerli yazarlardan alıntı yapmadık. Ancak bu söylenenler yeni değil. “”Birey, kendi çıkarlarını gerçekleştirmekle, toplumun çıkarlarını da gerçekleştirmiş olur” diyen liberalizmin babası Adam Smith de aynı görüşü savunuyordu.
Keynes’in öğretisine sarılarak birinci bunalımını atlatan kapitalizm, şimdi de küreselleşme belgisiyle karşımıza dikilip bizden şunları istiyor:
Atın! Bağımsızlık, egemenlik, barış, dürüstlük, onur, erdem gibi modası geçmiş kavramları atın! Gözlerinizi kapatıp meditasyon yaparak iç dünyanızla ilgilenin. Hiç kimseye, hiçbir şeye güvenmeyin. Kendiniz için yaşayın. Kazanmak için gerekiyorsa en yakınlarınızı bile ezip geçin. Kendi çıkarınıza bakın. Bilgiyi, düzeni ve bütün değerlerinizi yadsıyın. Hiçbir düşünceye, hiçbir ülküye bağlanmayın. Kamu yararını aklınıza bile getirmeyin, daha çok tüketin...
Bizden istenenleri yapacak mıyız?
Eğer öğütlere uyarsak, postmodernizmin bireyciliğine teslim olup, özgürleşme adına toplumsal çıkarlarımızı savunmaktan vazgeçerek, serbest piyasa koşullarının bir gün gelip bütün sorunlarımızı çözmesini bekleyeceğiz.
Öğütlere uyarsak, bizi yoksullaştıranların içimizdeki insanı da öldürmelerine izin vermiş olacağız.