Hazmettire hazmettire " demişti.
Dediği gibi de yaptı.
Seçildiği ilk günden başlayıp, hazmettire hazmettire, alıştıra alıştıra, bir bir uyguladı uyduruk kanunlarını.
Öyle ya, kurbağa birden bire kaynar suya atılırsa, sıçrar kaçar.
Ama su ağırdan ağıra ısıtılırsa, çorba olduğunu ne ruhu duyar, ne de bedeni.
Tüccar bunu çok iyi biliyordu.
Kurbağaları yavaaaş, yavaaaş ısıtarak sürdürdü pişirmeyi.
Kurbağalar ise halinden gayet memnun, ahiret hayaliyle pişmeye devam ediyordu.
Tüccar baktı ki, gidişat gayet rahat, ısınan suyun yüzünde kalan başları kaşımaya başladı tırnaklarıyla.
Başları, tatlı tatlı kaşınan kurbağalar; "Başörtüsü hakkımız, söke söke alırız" diye inletti yeri göğü.
Birileri; "Yahu kardeşim, bu ülkede siviller istediği gibi giyinmiyor mu zaten? Fakat laik demokrat bir ülkenin kılık kıyafet yönetmeliği var."
"Biz Arap ülkesi miyiz ki, bürüğü kanun yapalım?"
"Kaçıncı asırda yaşıyoruz? Dünyanın gelişmiş ülkelerine bakınız, onca başı açıklar var. Bunların hepsi mi günahkar be kardeşim?"
"Allah - ahiret korkusu salıp kafaları bürüyeceğinize, eşitlik ilkesi getirin milletimize."
"Kesinlikle olmaz, bu görüntüler Tc nin kamu alanlarına yakışmaz."
"Bu, ilticai bir faaliyettir. Ahlaki değil, siyasidir. Bugün türban, yarın peçe, öbür gün, kadını kafese sokma projesidir bu. Kadın kimliğini geri planda bırakıp, hazmettire hazmettire toplumdan soyutlamaktır."
"Ana saçının görünmesini günah sayan türban değil, peruk taksın."
Siz misiniz öyle diyen; şip şak yeni düzenlemeyle, başta üniversiteler, belli başlı kurumlara türbanlıları çoktaaan atamıştı bile.
Kurbağalar, canı yanmadan yavaştan yavaştan, ısıtılarak pişiriliyordu.
Eh, üzerine baharat, sos, yanına çeşitli garnitür de gerekiyordu.
Adına dört artı dört denilen eğitim sistemiyle, nasıl olduğu bile anlaşılamadan, çoğunluktaki okullar, çoktaaan İmam hatip olmuştu.
Din eğitimi zorunlu kılınmış, itiraz edenler fişlenerek susturuluyordu.
İmam Hatipli kız öğrenci, türbansız olur mu hiç!
Nasıl olsa değiştirilmişti kanun.
Artık kim ne diyebilirdi!
Cicili bicili, çiçekli böcekli, kaygan, şeffaf türban reklamlarına büyük yatırımlar yapılarak, özentili gençlik yaratmaya gelmişti sıra.
Renkli türbana özenen yeni nesil, bunları az bir zaman kullandıktan sonra, baktı ki renk körlüğü yapıyor, renkleri ayırmakta zorluk çekiyor, şıppadak ona da çözüm buldu din tüccarı.
Tüccar, Allah için ne isterse, yine Allah adına ne dilerse o oluyordu.
Yerine göre flama olup, bu da yetmeyince, "Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer" .yakıştırmaları yaptırıyordu, çanak yalayıcılarına.
Madem öyle, flamanın da asli bir rengi olmalıydı, öyle de oldu.
Üzüm üzüme baka baka kararıyordu.
Renkli türban takanlar, kara türbanlılardan utançlarından, dolanmaya başlamışlardı kara türbana.
Bir kaç kıçı fırıldak, yüzü macunlu oynaklar türese de, Yargı, Kışla, Hastane, Postane, yani tüm devlet birimleri, böylelikle kara bürüğe geçti.
Kim ne diyebilirdi?
Hiç kimsenin haddine değildi, kadının kutsalına dil uzatmak!
Eh, din böyle emrediyordu!
Neticede, herkes istediği gibi giyinip kuşanmıyor muydu!
Herkesin günahı kendineydi.
Kim kime karışıyordu?
"Tavşana kaç, tazıya tut." kurnazlığıyla, son 15 yılda, ülkenin rengi böyle değiştirildi, değiştirilmeye tam gaz devam ediliyor.
"Yarattığı kadının kılını tüyünü kendinden bile kıskanan o yaratıcı, çeneleri, yüzleri koca koca kıllılara niçin karışmıyor?
Yoksa bunların Allah'ı da mı sakallı sarıklı ulema?" diye kimseler soramıyor din tüccarına!
Eh, sadece türban üzerinden yapılan tüccarlıkla hortlatılamaz gericilik.
Küresel güç ne istiyorsa, tabi ki tüccar onu uygulayacak.
Bir bahane yaratıp, bu ülkenin kurucusuna da kusur bulunacak, dil uzatılacak.
Yetmedi; "İki ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da, inancın emrettiği bir gerçek niçin reddediliyor?" denilecek!
Hep algıyla pişiriliyor kurbağalar.
Her defasında, algı oyunun oyuncularıyla inildi sahaya.
"Kahkaha atmak iffetsizliktir."
"Ananızın dizinin üstünün görünmesi bile tahrik sebebi."
"Örtüsüz kadın satılıktır."
"Kadınlar iş aradığı için işsizlik yükseldi."
"Evdeki işleri nelerine yetmiyor."
"Kadınlar için tek kariyer anneliktir."
"Kadın çalışarak fuhuşa hazırlık yapar."
"Kadınlar sadece evinin süsüdür."
"Tecavüze uğrayan, tecavüzcüsüyle evlendirilebilinir."
Her seferinde en son sözü, yine baş tüccar söylüyor.
"Kadın ile erkek eşit olmaaaaz, olamaaaaz! Fıtrata ters, fıtrataaa."
Böylece, kadın denilen canlının sadece dış görünüşü değil, yaşayacak olduğu dar alanın da adı koyuldu.
Kurbağalar pişmeye devam ediyor!
Üzüm üzüme baka baka kararıyor!
Din tüccarı, bir yandan kurbağaları pişirirken, diğer taraftan bu milletin a..sına koyanları, vatandaşı gavatlıkla aşağılamaya çalışanları, "Kanınızda banyo yapacağız;" diyen mafya bozuntularını ödüllendirmeye devam ediyor!
Eh, ne kaldı geriye; Cumhuriyetin değiştirilmez ilkeleri.
"Onu da yerle bir edeceğiz," naralarıyla meclis inletiliyor!
İster kabul edelim, ister etmeyelim, Türkiye Cumhuriyeti kurbağalar gibi, Şeyhler, Müridler, Dervişler, Meczupların el birliğiyle pişirilmeye devam ediyor!